erotik shop ve cerkes bilgileri11

erotik shop ve cerkes bilgileri11

 Dr. Bengisu hileyi anladı, gülümseyerek durup cevabını bekleyen gence bir an baktı, alışıldık babaca ses tonuyla, “Peki çocuğum, yap ama iyi bir iş çıkar” dedi sonunda.
Genç, zafer kazanmış bir havayla hızla uzaklaşırken gülümsememi zor bastırdım.
Bu yolculukta başka bir ilginç olay ise Dr. Bengisu bizi Edremit’e öğle yemeğine götürdüğünde benim başıma geldi. Restoranda yemeğimizi sipariş ederken garson Türkçemin iyi olmadığını hrketti, nereli olduğumu sordu. KafkasyalI olduğumu öğrenince, Edremit’te Rusça ve Almanca konuşan bir Çerkeş profesör olduğunu söyledi, onu görmeye can attığımı anlayınca bizi bir kahveye yönlendirdi, kahvenin sahibinin onu nerede bulacağımız konusunda bilgi verecekti.
Yemekten sonra uzun süre aradık, “profesörü” Edremit’in varoşlarında çirkin, küçük bir kulübede otururken bulduk. Daha önce tanışmıştık, birbirimize koşup sarıldık. “Profesör”ün, on yıldan daha da uzun bir zaman önce İtalya’da Forni Avoltri’de tanıştığım, Rusça ve Almancayı ancak bozuk konuşabilen, Adıgeyli Kabardey İbrahim Sokur olduğu ortaya çıktı. Şimdi yöreden bir Türk kadınıyla evliydi, iki kızı ve bir oğlu vardı. Oğlunu göremedik; kumsaldaydı ama ailenin geri kalanlarıyla tanıştık. İbrahim Sokur burada küçük bir toprak parçasını işleyerek ve kasabasındaki Alman turistlere tercümanlık hizmeti vererek geçiniyordu, yöre
308 KADİR NATHO
halkı bu nedenle ona “profesör” sıfatını takmıştı. Ailesiyle birlikte Amerika’ya gelmek için bizden yardım istedi, bizi bırakmadan önce kahve ikram ettiler. Ege kıyısında karşılaştığım tek Çerkeş’in Adıgeyli eski bir tanıdığım olması ilginçti!
Çok sıcak bir günde Bergama’ya geldiğimizi, tarihi yerleşim yerlerini keşfederek bir saat kadar geçirdiğimizi hatırlıyorum. Anne, antik çağda yöredeki doktorların müzik ve su sesiyle tedavi gibi değişik şifa yöntemlerinden yararlandıklarım açıkladı. Buradan doğruca İzmir’e gittik, öğleden sonra erken bir saatte vardık, oldukça iyi bir otele giriş yaptık, uzun yolculuk bizi çok yormuştu ama yörede yaşayanların sıcak konukseverliğinden ve Ege kıyısının güzel manzarasından çok etkilenmiştik.
İzmir’de
Büyük ve işlek bir limanı bulunan, oldukça geniş bir alana yayılmış İzmir’de ancak birkaç gün kaldık. Gelir gelmez çabucak kendimizi topladık, akşam yemeğini erkenden otelde yedik, hemen İzmir Uluslararası Fuarı’nı görmeye gittik. Görülmesi gereken renkli bir şenlikti, dünyanın çeşitli ülkelerini ziyaret ediyormuşuz gibi yapıp, bir pavyondan diğerine giderek bütün akşamı burada geçirdik.
Otele geldiğimizde kendimi güçsüz hissetmeye başladım, bundan sonraki iki günü sürekli kusarak ve kötüleşen midemden çekerek tuvalette geçirdim. Çıkardığım sıvının hacmi inanılmazdı! Anne’le ben ya lahmacundan zehirlendiğimi ya da Bergama’dan İzmir’e giderken yediğim bir çanak taze salatadan kötü bir virüs kaptığıma inanıyorduk. Öte yandan, Dr. Bengisu tedavisi bulunmayan koleraya yakalandığımı düşünüyordu. Durum ne olursa olsun iki gün sonra kendimi daha iyi hissettim, bir fincan sade kahve içtim, titreyen ayaklarımın üzerinde durdum, temiz hava almak için dışarı çıktım, Anne kolumdan tutuyordu. Bu iki gün içinde yedi kilo filan kaybetmiş olmalıydım.
Biz otelin önünde dururken bir taksi geldi, şoför bize bir yardımda bulunup bulunamayacağını sordu. Tereddüt ettiğimizi görünce bana daha yakından baktı, neyim olduğunu sordu. Anne açıklayınca şoför Efes’teki Meryem Ana Evi’ne gitmek istersek beni iyileştirecek otu bildiğini söyledi. Ben bu durumdayken böyle bir geziye çıkmamızda Anne tereddüt etse de, böyle ilginç bir yetin varlığını ilk kez duyduğum için şoförün teklifini kabul ettim.
Efes’e giderken şoför arabasını durdurup yol kenarından biraz ot topladı. Meryem Ana Evi’ne geldiğimizde taksisini park etti, bizi restorana götürdü, yol kenarından topladığı otu karıştırdığı bir çanak nefis bir salata yaptı.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA ^6q
Biz salatayı yemeye başlar başlamaz, müthiş acıktığımı anladım. Üstüne baharatlı tavuk çorbası içtim, Fransız usulü sulu kuzu pirzolası yedim, kuşkusuz Türk kahvesi içtim, bunlar Efes’in tarihi harikalarını keşfetmeme yetecek enerjiyi anında verdi.
Taksi şoförüne göre, Meryem Ana Evi Selçuk’tan yedi kilometre uzakta, Efes’teydi. Anne, Meryem Ana’yı buraya Aziz Yuhanna’nın getirdiğine inanıldığını söyledi.
Ankara'da İzzet Aydetnir'le
Seyahat arkadaşlarımız Bay ve Bayan Bengisu iki gün önce evlerine dönmüştü. Bu nedenle. Anne ve ben İzmir’den Ankara’ya uçakla gittik. Bay ve Bayan İzzet Aydemir’le iki Çerkeş arkadaşı bizi havaalanında karşılayıp, oldum olası tanışıyormuşuz gibi çok sıcak buyur ettiler. Ancak, kısa süre sonra, kendini adamış Çerkeş yurtsever ve Kuzey Kafkasya dergisinin yayımcısı İzzet Aydemir’in anadilimizi bilmediğini öğrenmek beni çok şaşırttı. Eşi ve onlara eşlik eden iki arkadaşı ise akıcı konuşuyorlardı. Bu benim için üzüncü bir keşif oldu. Bütün yaşamını Çerkeş ruhunu canlı tutmaya adayan adam anadilini konuşamıyordu ve beraberinde bize çevirmenlik yapacak arkadaşlarını getiriyordu. Bunu hissetti, utandı. İkimiz de tek sözcük söylemeden bunu anladık. Sanırım diğer arkadaşlar da anladılar.
Genç iki Çerkeş arkadaş bagaj sorunumuzla ilgilendi, İzzet Aydemir ve eşi onlarda kalmamız için bizi ikna etmeye çalıştılar ama nazik konukseverlikleri için onlara teşekkür ettik, bunu kesinlikle kabul etmedik, iyi bir otelde kalmakta ısrar ettik. Sonunda vazgeçtilet, bir otele giriş yapmamıza yardım ettiler, biz kendimizi toplayınca kadar bizi lobide bekledikler, sonra akşam yemeği için evlerine götürdüler.
Ankara’nın Emek Mahallesi’ndeki evleri çok temiz ve rahattı. Fark ettiğim ilk şey Şamil’in duvarda asılmış portresiydi. Benim için bu, İzzet Aydemir’le bazı konularda farklı görüşlerde olduğumuzun belirtisiydi. Bizi oturttular, sağlığımızı, turistik gezilerimizi, Amerika’daki dostlarımızı sordular. Sonra, Bayan Aydemir geleneksel Çerkeş yemeği şıps-pasta-yı ısıtırken Anne, Türkiye’nin başkenti Ankara’da İzzet Aydemir’in evinde fotoğrafımızı çekti.
O andan başlayarak Bay ve Bayan İzzet Aydemir’le arkadaşları, her gün sabah saat ondan gece yarısından çok sonraya kadar zamanlarını bizimle geçirdiler, yakındaki değişik farklı Çerkeş köylerini gezdirdiler, şehir ve çevresindeki yaşlı Çerkeslerle ve Kuzey KafkasyalI başka yurtseverlerle beni tanıştırdılar. Aralarındaki en ünlü kişiler Ankara’da oturan Kasey Degu’yla
370 KADİR NATHO
oraya davet edilen Dr. Vasfi Güsar’dı. Sürekli tartıştığımız konu Çerkcsleri,, ve Kuzey Kafkasyalı diğer etnik grupların diasporada karşılaştıkları otta]; sorunlardı. Asimilasyon sorununun yakında gerçekleşmesinden korkulan bir tehlike olduğunu hepimiz kabul ediyorduk ama dünyanın dört bir ya-nındaki farklı ülkelere dağılarak yaşadığımız için bunun en iyi çözüm yolu konusunda oldukça farklı düşüncelerimiz vardı. Türkiye’deki arkadaşlarım, yaşadığımız ülkelerin hükümetlerine güçlü bir siyasi baskı yapmaya başlayıncaya kadar sorunlarımızın hiçbirinin çözülemeyeceğini düşünme eğili-mindeydiler. Bense yaşadığımız ülkelerin halkını dilimizi, geleneklerimizi ve kültürümüzü korumamıza fırsat vermenin karşılıklı yarar sağlayacağına ikna etmek için gereken dostça ikna ve bilgilendirme yollarından sürekli ve etkin bir biçimde yararlanıldığı sivil etkinliklerle, kültür ve eğitim etkinlikleriyle daha fazlasını başarabileceğimizi öne sürüyordum. Geleneksel yetişmemizin, kendilerine ev sahipliği yapan halka ve ülkelere kusursuz bir dürüstlük, vakar ve kahramanlıkla hizmet ederek sivrilmiş, düzgün ahlaklı, vakur kadınların ve erkeklerin yetiştirilmesine yardım ettiğinin Çerkeslerin yaşadıkları her ülkede bol bol kanıtı vardır, en azından bu Ürdün, Rusya, Suriye ve Türkiye’de çok bellidir. Bu ülkelerde kabul edilen bir gerçektir bu. Dolayısıyla, bu geleneksel yetişmenin kökünün anadilimiz, geleneklerimiz, kültürümüz olduğuna ve bize dilimizi, geleneklerimizi koruma fırsatı verirler ve yardım ederlerse bundan karşılıklı yarar sağlayacağımıza onları inandırmaya ve ikna etmeye hiç durmadan devam etmemiz gerektiğine dair onlara bilgi vermeliyiz. Bu, daha iyi Çerkeş kuşakları yetiştirmemizi sağlat ve benzersiz bir dürüstlük ve kendini adamışlıkla onlara hizmet edecek ve onları koruyacak daha iyi dostlar kazanmalarının güvencesini verir. Türkiye’deki Çerkeş dostlarımın bazıları benimle aynı görüşte değillerdi ve beni naillikle suçluyorlardı ama diplomasinin ve ikna etmenin, her ülkenin beklenmedik çevrelerinde ortaya çıkabilecek beklenmedik düşmanlık siyasetinden daha iyi sonuçlar doğurabileceğinde ısrar edip duruyordum.
Bir akşam Türkiye’deki bazı genç Çerkeş yurtseverler İzzet Aydemirin evinde geleneksel ulusal giysilerimizle bir hatıra fotoğrafı çektirmemizin uygun olduğunu düşündüler, çektirdik.
Ankara’da kaldığımız sırada Anne beni Ankara’daki Atatürk Müzesine götürdü ve müzenin bulunduğu yerin mülkiyetinin annesiyle babasına ait olduğunu söyledi. Amerika’ya giderlerken onu hâlâ Ankara’da yaşayan akrabalarının korumasına bırakmışlar. Akrabalarının aile reisinin önde gelen bir siyasi figür olduğunu söyledi. Birkaç yıl önce onları bir kez ziyaret etmiş, bir daha da asla görmemiş. Annesiyle babasının gayri menkulünde hak iddia etmek için geldiğini düşünmüşler, onu çok .soğuk karşılamışlar.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 371
Kötü Haber
Bir gün Anne’le ben otelimizin lobisinde oturmuş, Ankara’da kaldığımız iki hafta boyunca genellikle tam 10.30’da otelimize gelip bizi alarak gece yansından çok sonraya kadar bizimle zaman geçirmeyi alışkanlık haline getiren Bay ve Bayan İzzet Aydemirle arkadaşlarını bekliyorduk ama bugün gecikmişlerdi. Saat çoktan biri geçmiş ama gelmemişlerdi. Bir terslik olduğundan kuşkulanarak evlerine defalarca telefon ettik ama telefona bakan kimse yoktu evde. Sonunda ağlayarak geldiler.
Koşup, “Ne oldu?” diye sorduk.
Trajik olayı hıçkırıklar içinde, yavaş yavaş açıklayabildiler: Dr. Cevad İdris (Tsey), Bayan Yıldız ve iki profesörle birlikte Eskişehir’e gitmiş. İstanbul’a dönerlerken Dr. Cevad îdris’in arabasına kamyon çarpmış, Bayan Yıldız’la profesörlerden biri hemen ölmüş. Dr. Cevat’la kazadan sağ kurtulan profesör ağır yaralanmışlar, bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde tedavi ediliyorlardı.
Bir süre sonra Dr. Cevad İdris’i ziyaret etmek isteyip istemediğimi sordular, kabul etmedim. Profesörün, özellikle de Bayan Yıldızın ölümünden Dr. îdris’i suçluyordum nedense.
Bayan Yıldız’ın annesi de babası da tek çocuklarının ani ölümü nedeniyle bir hafta içinde öldü.
Trajediyi gazetelerden öğrenen Bay ve Bayan Bengisu bizi görmeye geldiler. Bavan Yıldızın babasının Demokrat Parti’nin danışmanı olduğunu
ama Çerkeş olduğunu hiç
bilmediklerini söylediler.
Anne de ben de Bayan Yıldızın ve annesiyle babasının trajik sonlarına çok üzüldük, İstanbul’a dönmeye karar verdik. Ankara’da kaldığımız süre içinde bize gösterdikleri olağanüstü konukseverlik ve saygı için Bay ve Bayan İzzet Aydemir’le arkadaşlarına içtenlikle teşekkür ettik. Beslediğimiz dostça
banlılık Hııvmısıı karşılık-
372 KADİR NATHO
1
Efesin antik kalıntıları arasında
lıydı, el sıkışıp Ankara havaalanında ayrılırken duygusal açıdan zorlandık.
İstanbul’da Yaşar Nogay’la Tanışma
Türkiye’de yaşayan başka bir Çerkeş yurtsever olan Yaşar Nogay bizi İstanbul havaalanında karşıladı. Orta boylu, güçlü kuvvetli, dimdik, çok terbiyeli bir gençti. İzzet Aydemir’in bizi karşılamasını, bir taksi tutarak bizi Hilton Oteli’ne bırakmasını istediğini söyledi. Zamanı olduğunu, ne zaman yardıma ihtiyacımız olursa kendisine söylemekten çekinmememizi, İstanbul’da kaldığımız sırada her zaman bize hizmet etmekten çok mutlu olacağını söyledi. Kısa süre sonra biraz Çerkesçe ve Rusça bildiğini, Türk ordusunda subaylık yaptığını ama hükümeti devirme planı yapmakla suçlanan bir grup başka subayla birlikte geçenlerde ordudan ihraç edildiğini açıkladı.
Yaşar Nogay’ın yardımıyla Anne’le ben, zavallı ailenin başına gelen trajedi için başsağlığı dileyebilmek için. Bayan Yıldız’ın akrabalarını aradık ama hiç kimseyi bulamadık. Bu nedenle, İstanbul’da yalnızca iki gün kaldık. Yaşça daha büyük olan Bengisu ailesiyle ama bu kez Marmara kıyılarında bir restoranda akşam yemeği yedikten ve bu şehirde yaşayan siyasi bir figür, yaşlı Çeçen göçmeni Sultan’la tanıştıktan sonra eve dönmeye karar verdik. Yaşar Nogay’la birlikte İstanbul Havaalanı’na gittik.
Yaşar Nogay bir yıl sonra New York’ta benim konuğum oldu.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 373
On Beşinci Bölüm
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ NDE FAALİYETLERİM
Amerika’ya Dönüş
Türkiye’den döndükten sonra Nicholas and Nadiusha romanımı yazmaya daha çok zaman ayırmaya ve Paterson âi-iSdı Çerkeş Hayır Derneği’nin faaliyetlerine daha sık katılmaya başladım. Sanırım, Türkiye’deki Çerkesler-le tanışmak ve diasporadaki sorunlarımızı onlarla tartışmak halkım için daha fazlasını yapma arzusu uyandırmıştı içimde ama bu “daha fazlasının” ne olduğu henüz netlik kazanmamıştı. Ayrıca Esir Milletler Örgütü üyesi Kuzey Kafkasya Bağımsızlık Komitesi’ni kuran Aslanbek Şakman, Ramazan Karça, Aslanbek Aslanbek ve başka birkaç Kuzey Kafkasyalı doğru düzgün İngilizce bilmedikleri için bazı önemli toplantılara benim de katılmamı istiyorlardı. Esir Milletler Örgütü’nün liderleri gibi, zaman içinde başka etnik topluluk örgütlerinin. Gürcülerin, Ermenilerin, AzerbaycanlIların, Kırım Tatarlarının liderleriyle de tanıştım. Sonuçta bazıları para toplamak için düzenlenen akşam yemeği partilerine, yıllık balolara, ulusal bayramlara ve bağımsızlık günü kutlamalarına beni davet etmeye başladılar. Özellikle New York’taki Gürcü topluluğunun faaliyetlerine katılmak başlıca iki nedenle hoşuma gidiyordu. Çerkeş ailelerinin bazıları, örneğin, Natirbofflar, Gireyler ve ŞipşefBer New York’ta yaşıyorlar ve Rus Devrimi sırasında Kafkasya’dan ayrıldıklarından beri hep birlikte oldukları için Gürcülerin bu faaliyetlerinin çoğuna katılıyorlardı. Daha-

374 KADİR NATHO
Ben ortadayım; İzzet Aydemir solumda. Diğer dostlarımın adlanın hatırlamadığım üzülerek belirtiyorum.
sı, bu partilerde gözettikler, sofra adabıyla müzikletiniı, ve ulusal danslarının bazısının Çerkeslerinkine yakın benzerliği vardı. Hatta böyle eğlencelerde sofraya başkanlık eden büyüğe tamuda diyorlardı, kuşkusuz Çerkesler-den aldıkları bir sözcüktü l>u.
Bu topluluğun en önde gelen kişileri Fatima Hanum Natirboff, Prens Sidamon Eristov ve Prens Teimutaz Bogration’du. Daha sonra topluluğun başına Sida-mon’un oğlu, önde gelen avukat ve devlet adamı Constantine Eristov geçti. Diğer ilginç kişiler Bay Chhenkeliyle Bay Mito Sindikeli ydi. Birincisi New York’ta bir süre katıldığım Kafkas Ulusları Birliğini -Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Kuzey Kafkasya- örgütlemişti. Öte yandan. Bay Sindikeli G.A. Press matbaasının sahibi ve New York’taki Gürcü topluluğunun siyasi danışmanıydı.
Bay Sindikeli tutkulu bir milliyetçi, tam bir Gürcü ve benden çok büyüktü ama kısa sürede yakın dost olduk,. Dindar bir Hıristiyandı ama Kuşlardan kesinlikle nefret ediyor, onları Gürcü rahipleri zehirletmek-le, kutsal emanetleri çalıp Rusya’ya götürmekle, Kafkas-Rus Savaşinda kardeş Hıristiyanlar pozu takınarak Gürcü krallarını Rusya’ya teslim olmaları için kandırdıktan sonra sahiplenmekle suçluyordu. Yine de Bay Sindikeli, vatandaşlarının birçoğu gibi. Gürcülerin Hıristiyanlığı savunan kurtarıcılar olduklarına çok inanıyor ve bunu yüksek sesle belirtmeyi seviyordu.
Giderek onu dükkânında ziyaret etmeye ve dükkânla ilgilenmeye başladım. Öğle tatillerinden birinde sohbet ederken, bir keresinde yalnızca nasıl tepki vereceğini görmek için. Gürcülerin nüfusun büyük kesiminin Müslümanlığı kabul ettiğine ya da her zaman Müslüman devletlerin egemenliğinde yaşadıklarına dair tarihi olgudan neden hiç söz etmediklehni sormuştum. Gülümseyerek bana bakıp, “Politika, delikanlı, politika yada ulu.sal çıkar demeliyim” demişti. Öfkelenmemesine şaşırmıştım ama bu konuda dürüsttü.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA
Bay ve Bayan Aydemir ve iki Çerkeş arkadaşımız Matbaa Satın Alma
Yaşar Nogay, Neıv York’taki evinde Fatima Natirbojfla (Şeredıko), 1966
Bay Mito Sindikeli’yle görüşmem, sohbet etmem ve halkı için yaptıklarını görmem, içimde onunki gibi küçük bir matbaa edinme arzusunun ve yalnızca kısa öyküler yazıp Türkiye’ye göndermek yerine, gençlerimize tarihlerini, kültürlerini, geleneklerini tanıtmak, anadillerini korumaları ve ulusal gururlarını canlandırmaları için ilgi uyandırmak amacıyla bir Çerkeş dergisi yayımlamaya başlamanın kıvılcımını çaktı. Kısacası, bunun gerisindeki fikir halkıma yardım etmekti, üzerinde hâlâ sıkı çalıştığım Nicholas ve Nadiusha romanımı yazmaya beni teşvik eden aynı fikir.
O tarihte Bay Sindikeli çalışmalarımın bazısını biliyordu. Matbaa edinme arzumu ona açtığımda gülümsedi, kendisini saati nakit 5 dolara çalıştırmaya devam etmem koşuluyla, matbaasını bana satmaktan, işi bana öğretmekten memnunluk duyacağını söyledi. Önce şaka yaptığını sandım ama ciddiydi. Bu iş için yaşlandığını ve matbaasını 60.000 dolara bana satacağını söyledi, bunun 20.000 dolarını çekle, 40.000 dolarını nakit ödeyecektim.
Teklifi beğendim. Tek bir linotipin, kâğıdın elle beslendiği sağlam bir matbaa makinesinin ve bunlar için gereken başka akşamların iyi bir stokunun bulunduğu eski bir matbaa olsa da, St. Marks Place’te, şehrin entelektüel çevrelerinin yakında, iş için iyi bir yerdeydi. Bununla birlikte ancak iki çalışanı vardı. Amerikalı emekli bir matbaa ustası Harry’yle UkraynalI linotip operatörü Roman Stepaniak. İkisi de mesleğin eski ustalarıydı. Sonra, gelip makineleri tamir eden iyi bir teknisyen Volodya Skuybida vardı, o da UkraynalIydı.
376 KADİR NATHO
Fırsatın üstüne atlamadım ama birkaç gün sonra Anne’e konuyu aç. tim. Bay Sindikeli’yle yine de pazarlık etme niyetliyim, bu iş için ona son Fiyat olarak 45.000 dolar ödeyeme yapacağımı söyleyeceğim, dedim.
Önceleri Anne benim kadar hevesli değildi. Geri kalanını ödememe yardım edememekten korkmasının iyi bir nedeni vardı ama işin parasal yanından söz etmedi. Bunun yerine, matbaayı devralmamın yazmamı engellemesinden korktu. Ancak diasporadaki gençlerimize tarihimiz ve kültürümüz konusunda bilgi vermek amacıyla iki dilde bir Çerkeş dergisi yayımlama arzumu ona açıklayınca razı oldu. Fiyatın mantıklı olduğunu söyledi ama babasına çok benzediğimi de sözlerine ekledi. Babası da aynı nedenle New York’ta bir Türkçe gazete yayımlamaya başlamış ama topluluğundan hiç yardım görmeyince tek başına sürdürmeye bütçesi yetmemiş, yayımlamaya son vermek zorunda kalmıştı. Ama benim daha iyisini yapacağımı umuyordu, kararın bana ait olduğunu ve elinden gelen her yolla bana yardım edeceğini söyledi.
Durumumu anladığı için ona teşekkür ettim. Romanımı bitirmek için çok çalışmaya. Bay Mito Sindikeli’yle fiyat ve matbaayı satın alma koşulları üzerinde pazarlık yapmaya başladım. Sonunda resmi ticari işlem için ona 15.000 dolar ödedim. Bütün birikimim buydu. Kuşkusuz, saati 5 dolara işine devam ettirmem ve bana işi öğretmesi koşuluyla, geri kalan 30.000 doları önümüzdeki altı ay içinde 5.000 dolarlık nakit taksitler halinde ödeyecektim.
Anne, Bay ve Bayan George Whipple’ı bundan haberdar ettiğinde bana avukat tutmamamı, kendi avukatlarını aramamı ve gereken yasal işi ona bırakmamı söylediler. Yardım etmek istedikleri için onlara içtenlikle teşekkür ettim, gereken bütün yasal işi benim adıma ele alan kendi avukatım Bay Tresnovvski’yi tuttum. Birinci Cadde’nin doğusunda, 8. So-kak’ta, daha çok St. Marks Place adıyla bilinen yerde bulunan G.A. Press matbaasının sahibi oldum. Burasının Aşağı Manhattan’da UkraynalIların semti ya da New York’un merkezi olduğunu da söylemeliyim.
Topluluğun tik Ciddi Sorumluluğu
Çerkeş Hayır Derneği, Golan Tepeleri’nden çıkarılan Suriye’deki Çer-keslere yardım etmek, bütün Çerkeslerden insani yardım amacıyla para toplamak için, Çerkeş Topluluğu Merkezi ve Kuzey Kafkasya Bağımsızlık Komitesi’yle birlikte bir akşam partisi düzenleme karan aldığında, toplu-luğun büyük sorumluluğu ilk kez 1967’de beklenmedik bir biçimde bam
düştü. Dr. Cevat îdris ve Albert Karali’yle - yukarıda söz edilen merkezin ve komitenin başkanları- Amerika’daki küçük Çerkeş topluluğumuzun çok aktif gençleri Nihad Yunıs, Nacdet Varokua ve Nart Magiaga’dan oluşan koordinasyon komitesinin başına atandım. Bir ay çok çalıştık, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi hazırladık, insani yardım amacıyla bütün Çerkeslerden para toplamak için düzenlenen akşam partisinin üstesinden geldik. Partiden sonra, derneğimizin denetleme komitesiyle oturduk, gelir gider hesabı yaptık. O gece 3.000 dolar kadar kâr etmiştik, hepimiz yeni geldiğimiz ve Çerkeş topluluğumuzun tamamı yüz kişiyi pek geçmediği için, o günlerde bizim için bu miktar büyüktü.
Başarıdan mutlu, toplanan parayı derneğimizin başkanının huzurunda yürütme kurulunun veznesine devretmeye çalıştık. Ama başkan, biz koordinasyon komitesi üyelerinin topladığımız parayı saklamamızı, Amerika’daki bütün Çerkeslerin adına Suriye’deki Çerkeş sığınmacılara göndermemizi söyledi. Ne var ki görevin hiçbirimizin beklemediği kadar güç olduğu ortaya çıktı, koordinasyon komitesinin üyeleri sorumluluğu bana verdiler.
Bu görevden onur duydum ve zaman harcamadan parayı Suriye’deki Çerkeş sığınmacılara göndermenin en uygun yolunu aramaya başladım.
Kısa süre sonra karşıma hiç beklenmedik sorunlar çıktı. Önce, danıştığım kişilerin çoğu insani yardımı dolar olarak göndermememi bana şiddetle öneriyorlardı, çünkü Suriye hükümeti bundan hoşlanmayabilirdi. Öte yandan bazıları, insani yardımı Suriye’ye yasal yollardan gönderirsem, topluluğumuzun hedeflediği gibi Çerkeş sığınmacılar için özel bir yardım olarak kullanılmayacağı ama Suriye hükümetinin Çerkeş sığınmacılar kadar Araplar arasında da eşit bölüştüreceği kanısındaydılar.
Dostlarımın bu görüşlerini hafife alamadım. Sonuçta, görevi yerine getirmek ciddi bir meseleydi. Görev kutsaldı. Bu nedenle, Nihad Yunıs’la birlikte soruna daha iyi bir çözüm arayıp duruyordum ve süreç içinde, Ürdün’de Haşim Talustan adında güvenilir bir yurtsever bulunduğunu, Suriye’deki Çerkeş sığınmacılara insani yardımı bizzat verebileceğini öğrendik.
Nihad Yunıs’la bu fikri beğendik. Halkımızın arasında onun kim olduğunu soruşturduk. En sonunda bize Bayan Macida Mufti Hilmi’nin onu tanıdığı söylendi. Bayan Macida Mufti Hilmi’yi ergenlik çağınday-ken Amman’da gördüğümü hatırladım. Ürdün’ün ünlü eski başbakanı Said Paşa Mufti’nin (Habjoka) kızıydı.
erotik shop

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder