erotik shop ve cerkes bilgileri22
Bizi sıcak bir konuksç. verlilikle karşıladılar. Hoş bit oğlu ve iki küçük kızı obn aristokrat bir aileydi. Maadaya karşılaştığımız sorunu açıkladım, Haşim Talustani sordum. Onu bir hayli övdü, adresini ve telefon numarasını bulacağına söz verdi. Bundan sonra, Macida’nın bize ikram ettiği bir fincan lezzetli Türk kahvesinin keyfine vararak sohbet ettik. Macida’nın Suriye’deki Çerkeş sığınmacılara çok aktif yardım etmiş olduğunu ve eşi Cevdet Hilmi’nin Birleşmiş Milletlerde Arapça,İngilizce ve Fransızca uzman çevirmeni olarak çalıştığını öğrendik.
O hafta içinde Macida’dan Haşim Talustan’m telefonunu ve adresini aldım, onunla konuştum, Amman’daki banka hesabına parayı gönderdim. İki hafta sonra Haşim Talustan’dan insani yardım parasını kime ne zaman verdiğini bildiren bir mektup aldım. Ekinde kurallara uygun imzalanmış ve tarih atılmış bir makbuz vardı, derneğimizin yürütme kuruluna hemen gururla teslim ettim.
Haşim Talustan’a bunun için sonsuza kadar müteşekkir kalacağız, çünkü yurtseverce yardımı olmasaydı görevi tamamlayabilir miydik, kuşkuluyum.
ABD’deyapılan yaka rozeti
Kafkas uluslan Ermenistan, Azerbaycan,
Gürcistan ve Kuzey Kafkasya’ydı.
Karşılaşmak Zorunda Kaldığım Başlıca Sorunlar
Matbaa sahibi olmanın bazı sorunlarını çok geçmeden öğrendim. “Kendi işinin sahibi ve kendi kendinin patronu olmak” göründüğü kadar kolay ve ideal değildi. İlk ve çok önemli sorun, matbaanın çok az müşterisi vardı. Gerçekten o kadar azdı ki açıkçası bu konuda hiçbir şey yapamadım önce. İkincisi, matbaa sokak seviyesinde ama yarı bodrum katıydı, içed girmek için altı basamak inmek gerekiyordu. Dükkânda her gün kullanılması gereken geniş kâğıt hacmini bu merdivenlerden indirip çıkarmanın güç ve zaman kaybına yol açan bir çaba olduğu ortaya çıktı. Bu nedenle, sekiz ay sonra A Caddesi’nde Sekizinci ve Dokuzuncu sokakların ara.sında başka bir dükkân kiraladım, matbaayı oraya taşıdım. Dükkânı raşımal' birkaç hafta İsi aksatsa ve Heidelberp maHnemi .sökecek, taşiy^'
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 379
cak ve yeniden monte edecek teknisyenler bulmamda bana çok güçlük çıkarsa da kısa sürede matbaa faaliyetlerimize başladık. İki aylık yeni bir dergi olan Samopomish’in''"' basımını, fiyatını daha sonra bir biçimde artırmayı tasarlayarak, biraz düşük bir fiyattan (sayfası 15 dolar) aldık. Aynı adı taşıyan, kendi bankasını açan, kendi kulübü ve merkrzi için binalar satın alan güçlü Ukrayna topluluğu örgütünün yayını olan derginin editörü Bay Davidenko’ydu. Bu nedenle, bu müşteriyi edinmek matbaam için önemli bir adımdı.
Evet, G.A. Press benim matbaamdı artık, onu aldığım için çok gurur duyuyordum. Sonuçta Amerika’da matbaa sahibi olan ilk Çerkeş benim, diye düşünüyordum ve onu New York’ta daha prestijli bir yere taşıma niyetindeydim ama müşterilerin hiçbiri matbaa sahibinin ben olduğumu bilmiyordu. Sahibini hâlâ Bay Sindikeli sanıyorlardı, çünkü hâlâ yazıhanede oturmasına, müşterileri karşılamasına ve bu alanda deneyimimin yetersizliği nedeniyle eskisi gibi pazarlık yapmasına izin veriyordum. Yine de fiyatı belirlerken ve yeni siparişler alırken son karar benimdi.
Rekabetin çetin olduğunu o zaman anladım, yeni müşteriler edinmek başlıca iki nedenle güç olacaktı. Birincisi, matbaama gelen Ukraynalı ve Rus müşteriler için Bay Mito Sindikeli’yle ben en iyi olasılıkla yabancı kavkaztsı idik. Bize teslim ettikleri basılacak malzeme, düğün davetiyeleriyle kartvizitlerin dışında, özellikle Slav dillerindeydi. İkincisi, semtimde UkraynalIların üç matbaası vardı, sahipleri kendi topluluklarındaki yazarların ve editörlerin birçoğunu şahsen tanıyorlardı. Bizse ayakta kalmak için bazılarını kendimize çekmek zorundaydık. Müşterilerimizden bize ulaşan söylentilere göre, Ukraynalı rakiplerimiz kendilerine yardım edecekleri yerde yabancılara sipariş vermekle müşterilerimizi suçladıkları zaman durum buydu. Bana öyle geliyordu ki bu koşullarda daha çok müşteri kazanabilmemin tek yolu onlara kaliteli hizmet vermemdi. Mito, Harry, Roman’la oturdum, amacımızın bundan böyle G.A. Press müşterilerine birinci sınıf matbaa hizmeti vermek olacağını söyledim. Bu amaca ulaşmak için, özellikle bu mesleğin eski ustaları Harry’yle Roman’ın bana yardım edebileceklerini biliyordum.
1969’da, yazdığım kısa öykülerin derlediğim ilk kitabım Old and New Talesofthe Caucasus’ı (Eski ve Yeni Kafkas Öyküleri) basmama yardım ettiler.
Kitapçık ilginç eleştiriler aldı. Örneğin, eleştirmenlerden biri. Prens Kazbeki Kazbeki, diasporadaki Çerkeş gençlere, yiğit atalarının cesur kahramanlarının öyküleri aracılığıyla Çerkeş tarihini ustalıkla
İşteki başarının paralelinde, beklenmedik yerlerden her zaman yeni sorunlar çıkıyor gibiydi. İlk yaşadığım sorunu Bay Sindikeli’nin çıkarması çok şaşırtıcıydı. Olay, Sekizinci ve Dokuzuncu sokakların arasında, 751 Broadvvay’in dokuzuncu katında başka bir yer kiralayıp matbaanın araç gerecini taşıdığımda meydana geldi.
O tarihte G.A. Press’in müşterileri yavaş yavaş artıyordu. En önemlileri (iki aylık topluluk dergisi) Samopomich’le üç aylık iki dini Ukrayna dergisi, ara sıra da kitap ya da broşürdü. Ayrıca oldukça geniş hacimli düğün davetiyesi ve kartvizit siparişi alıyordum, bunları ücret karşılığında bir İtalyan matbaası basıyordu ve iyi kâr ediyordum.
Müşteri sayısının giderek arttığını görünce, yeni yerdeki matbaaya taşındığımda bir linotip daha almıştım. İşi genişletmek için buna ihtiyacım vardı. İki linotipi, duvardan duvara pencerelerinin güneye baktığı yeni geniş salonda nereye yerleştireceğimiz konusunda sorun çıktı. Linotip operatörleri gündüz elektrik ışığı kullanmadan çalışabilsinler diye ben pencerenin önüne koymak istedim ama Mr. Sindikeli buna kesinlikle karşıydı. Linotipleri tam ters yöne koymak için o kadar şiddetle ısrar etti ki ciddi ciddi kavga ettik. Onun istediği gibi koymazsak işi bırakacağını bile söyledi. Bu durumda linotip operatörleri gündüz elektrik ışığı kullanmadan çalışabilsinler diye makineleri biri doğuya, öbürü batıya bakacak biçimde duvarın önüne koymayı önerdiğimde razı oldu.
Aramızda bundan sonraki kavga yeni linotipten çıktı. O tarihte G.A. Press’in daha istikrarlı, önemli iki yayını daha vardı: Üç aylık Rusça bir din dergisiyle üç aylık bir Ukrayna dergisi, Visti Ukrainskih Inpnerivf'
Matbaayı yeni yerine taşıdığımdan bu yana, Roman eski linotipte, Bay Sindikeli ise kendi isteği üzerine yenisinde çalışıyordu. Bir gün ben pro'^’ baskıları düzeltirken geldi, yeni linotip makinesinin kırıldığını, teknis)'^'’ Bay Volodya Skuybida’yı çağırması gerektiğini söyledi.
162 Visti Ukrainskih Injineriv— Ukraynalı Mühendislerin Haberleri
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 38i
Teknisyeni çağırmanın maliyeti, evinden çıkıp onarımı bitirinceye ka-(Jar, saatte 25 dolardı. Bu nedenle, Bay Sindikeli’ye lütfen bir saniye beklemesini söyledim, prova baskıyı bir kenara bıraktım, yanına gittim. Roman dizgi yapıyordu, Harry basmakla meşguldü. Ürdün’de IPC’de çalıştığım günlerden beri makineler konusunda biraz bilgim vardı. Başına ne gelmiş olabileceğini görmek için linotipi incelemeye başladım. Linotip makinesinin sorununu çözemeyince, sonunda üzerine çıktım ve yalnızca ana kayışın çarktan çıktığını anladım. Ancak, sorunun ne olduğunu ben daha söyleyemeden Bay Sindikeli yüksek sesle “în aşağımı” diye bağırdı. Rengi atmış, titreyerek orada durmuş bana bakıyordu. Harry’yle Roman’ın bile dikkatini çekti, gülümseyerek bize baktılar. Sonuçta onlar için biz KafkasyalIydık ve şimdiye kadar birbirimize çok saygılı davranmıştık.
Aşağı indim. Bay Sindikeli’ye baktım. “Neden olay çıkartıyorsun?”
“Her şeyi bildiğini sanıyorsun!” Titreyerek bana baktı.
“Sinirine hakim ol. Bay Sindikeli” dedim, kayışı çarka geçirdim, linotipi çalıştırdım, prova baskıları düzeltmeye devam etmek için döndüm. Adamın kıskanmaya başladığını anladım. Besbelli, işin günden güne büyüdüğünü görmek onun için kolay değildi. Matbaayı bana sattığına muhtemelen pişman olmuştu. Vaat ettiği gibi bana işi öğretmeyi de belki bu nedenle bırakmıştı. Bir süredir haset ettiğini hissedebiliyordum ama bunun bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordum. Artık adam denetimini yitirmişti, kelimenin tam anlamıyla tepesi atmıştı. İşin gelişmesinde bana prim vermeyi düşünmemekle kalmıyor, bunun için benden nefret ediyordu. Durumunu anlamaya çalışmalıydım. Sonuçta, yaşlı bir KafkasyalIydı ve gereken geleneksel saygıyla ona davranmalıydım.
Matbaadaki diğer sorunu, G.A. Press’in müşterilerine kaliteli matbaa hizmeti vereceksem çok şeyin kendisine bağlı olduğu Amerikalı emekli matbaa ustası Harry çıkardı. Çalıştığım linotipi bırakıp işi kontrol etmek için matbaa makinesine gittiğimde, sanırım. Bay Ostroverha’nın romanını basmayı bitirmiştik, Harry karton kapağı basmaya başlamıştı. Basılı malzemenin birazını gözden geçirdikten sonra baskıyı durdurması için Harry’ye işaret ettim, mürekkebi ve basıncı azaltmasını kibarca istedim.
Kabul etti, biraz dizgi yapmak için linotipe döndüm. Harry de baskıya yeniden başlamıştı. Birkaç dakika sonra nasıl yaptığına bakmak için tekrar Harry’ye gittim, hem basıncı hem de mürekkebi azaltacağı yerde artırdığını gördüm. Matbaa makinesini durdurmasını tekrar işaret ettim.
Baskıyı durdurup yanıma geldi. Öfkeyle bana bakarak, “Yine ne var?” dedi.
' “’^’O'ekkebi ve basıncı azaltmadın.”
382 KADİR NATHO |
“Sen kendini ne sanıyorsun... büyük |■»aıı■on nuı?” Han;ı .ılıy^j bakıyordu. Ororitenıe ba.skaldırdığı besbelliydi, bu eski ııstalaın, rinde ben hâlâ acemiydim, meslekle yeniydim. Onların yardımı dlm’ui' işi götüremeyeceğimc inanıyorlar, açıkça sözümü dinleıncnicyc lardı. Bunu kabul edemezdim, sert sert baktım.
“Harry” dedim, “büyük patronla küçük patron arasında ne (ark var?"
Bildiğini okumasına izin vermeyeceğimi anladı. “Artık seninle yalıy mayacağım” dedi, “Kaç para kazandıysam ver.”
“Bunu duyduğuma üzüldüm Harry” dedim, “Şimdiye kadar iyi bir çalışandın ama seçim senin.” Çalıştığı saatlerin parasını ödedim, giııi.
Bay Sindikeli, Harry’nin usta bir matbaacı olduğunu, giımc.sint'izin vermemem gerektiğini söyledi. Ona, “Usta matbaacı olduğu için, istediği zaman işimi bozmasına izin veremem” cevabını verdim.
Bay Sindikeli, başka bir matbaacıyı şimdi nereden bulacağımı sordu, Nasıl baskı yapıldığını ya da başka bir baskı ustası bilmediğini söyledi.
“Öyleyse, bu konuda ben bir şey yapmalıyım” dedim, mürekkebi azalırım. Matbaayı yönetmek için gereken bazı temel işleri öğrenmiştim ama şimdi asıl sorunum, makineye kâğıdı elle vermekti. Pratik yaparak beceri kazanmak zaman istiyordu... Bay Sindikeli’nin rengi atmıştı, durmuş, gerginlik içinde beni seyrediyordu. Yardım etmeyeceği belliydi. Mürekkebi ve basıncı ayarladım, Harry’nin bozduklarını attım, makineye biraz kâğıt koydum, basmaya çalıştım, ama basmak için yeterli hızda kâğıtla besleyemedim, silindire mürekkep bulaştı.
Makineyi durdurdum, terebentinle silindiri temizledim, kâğıtla kuruladım, bastığım düzinelerce sayfa kâğıdın kalitesini kontrol ettim, kabul edilir gibi değildi kuşkusuz. Defalarca denedim. Bay Mito Sindikeli başıma hep aynı olayın gelmesini seyrediyordu. Yine de basmakta direndim, makineyi durdurdum, tamir etmesi için tekrar tekrar teknisyeni çağırdım, makineyi daha düzgün ve daima aynı tarzda be.sleyemcdiğim için yüzlerce tabaka kâğıt attım. Her kâğıt tabakasına, üzerinde dengeli kayacağı yeterli hava yastığı vererek, daha hızlı ve daha düzgün beslemeyi öğrenmeliydim. Ben böyle uğraşıp kıvranırken. Bay Sindikeli belki vaz-geçip Harry’yi geri çağıracağımı umarak sessizce beni seyrediyordu, keşke oturup avazım çıktığı kadar bağırabilseydim! Ama vazgeçmeyi kabul etmedim. Matbaa makinesini defalarca kırdım, Volodya Skuybida gel'P onarmak zorunda kaldı.
QERKES\A.'DA.^\ /\NA£R\VU\'\k
lcineı-ıiı-1 rLasıl <;:a.lışt:ığvrvı göreV>ı\svn dvye, ça\vştıtvp basmaya başUnvamv söyledi. Bay SindiVeeli t>enı işaret ederek, Volodya’ya,'‘baskv yaçmayv öğreneceğini ve rrriişteriVerIn orttın yaptığı ışı kabul edeceklerim samyot” dediğinde, deneme yaptığım son birkaç günde edindiğimbıraxbeceriyle nrıalclneyl Icâğıtla Beslemeye daVıa yeni başlamıştım.
“C)ğrenecelc!” dedi \^olodya. “Onun inatçı bir Çerkeş, hohollardan bile
:^84 KADİR NATHO
C, A PRESS
Yeni yerimdeki kartvizitim.
daha inatçı olduğunu biliyorum.” Bunu duyduğuma ne kadar sevindiğimi hayal etmek bile güç. Bu sözden aldığım moral gücünü ve teşviki düşünün bir!
Matbaa makinesinde daha güvenle, daha kararlılıkla ça-S- hşmaya başladım, değerli kâğıt yığınlarını bozup attım ama sonunda müşterilerime kaliteli
basılmış malzeme vermemi sağlayan yeterli beceriyi edindim. Ukraynalı ve Rus matbaalarının şiddetli rekabetine karşın daha çok müşterim oldu. Dahası, Çerkeş konukseverliğine uygun olarak, matbaaya buzdolabı da getirttim, çeşitli alkollü içkilerle ve soğuk içeceklerle doldurdum, müşterilerime ikram etmeye başladım, özellikle de yeni müşterileri kabul edip onlarla sözleşme koşullarını konuşurken. Karşılığında müşterilerim de dostluk atmosferini ve dükkânımdan aldıkları matbaa hizmetinin kalitesini beğendiler, hakkımda iyi konuşmaya başladılar.
Onlar sayesinde o kadar çok müşteri edindim ki işi yetiştireyim diye haftada altı gece saat ona kadar çalışmaya başladım. İşe gidip gelirken metroda bile prova baskıları düzeltiyordum.
Bay Sindikeli bu yoğun çalışmanın ortasında yine sorun çıkardı. Vo-lodya Skuybida linotiplerden birini tamir ederken Bay Sindikeli gelip PolonyalIların dergisine çok yüksek fiyat verdiğimi, yeni linotipi kullanmasına izin verirsem daha ucuz fiyata basacağını söyledi.
Adamın cüretine şaşırdım, böyle bir şeyi düşünebildiğine bile pek inanamadım! Elimdeki linotiplerin hepsini kullandığımda siparişleri güçlükle yetiştirebildiğimi çok iyi bildiği halde bana böyle bir öneri getiriyordu.
“Şaka ediyor olmalısın!” dedim ama etmiyordu. Bu konuda çok ciddiydi. Derginin editörüyle konuştuğunu söyleyecek cüreti bile vardı.
“Benim haberim olmadan nasıl anlaşma yapmaya kalkışırsın?” dedim, kavga ettik. “Bu matbaada yalnızca tek bir fiyat olacak! Kendi fiyatım belirlemek istiyorsan, matbaayı sana geri satarım. Yoksa fiyatlara karar vermek bana düşer. Anlaşıldı mı?”
Kulak misafiri olan Volodya Skuybida hızla yanımıza geldi, neden si'
mrlpnflîgirm ^nrrlll_Af^A\rr\________________“A rlr^f^ocıt
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA
nıet etmişlerdi. îş yerinde daha önce birçok kez konuşurlarken duymuştum.
“Gidiyorum” dedi Bay Sindikeli, önlüğtınü çıkardı, masasından sigara paketini kapıp gitti.
Ona hiçbir şey söylemedim. Volodya sorunun ne olduğunu bir kez daha sordu. Bay Sindikeli’nin, kendi matbaamda benim haberim olmadan müşterilerle anlaşma yapmaya başladığını açıkladım. “Sen onun arkadaşısın” dedim. “İstersen, sen de onunla git.”
“Çerkeş” dedi Volodya. “Sen de benim arkadaşımsın.”
Teşekkür ettim, gitti.
Bay Sindikeli’yi düşünerek çalışmaya devam ettim. Geleneklerimizin gerektirdiği gibi ona saygılı davranıyordum ama bunun değerini bilmiyordu. Açıkçası Gürcüler, şeref sözünü çiğnemeyi saygınlıklarına yakıştıra-mayan Çerkesler gibi değildiler. Bay Sindikeli şeref sözünü kuşkusuz uzun zaman önce çiğnemiş, söz verdiği gibi bana mesleği öğretmeyi bırakmıştı. Buna aldırış etmeden, sahibi hâlâ oymuş gibi müşterileri karşılamasına izin vermiş, onlarla çok uzun süre oturduğunu, sigara içip sohbet ettiğini hiç söylememiş, dizgide çok hata yapmaya devam ettiğine hiç dikkatini çekmemiş, belirttiği çalışma saatlerini hiç sorgulamamıştım. Sonuçta yaşlı bir Kafkasyahydı, açık açık söylemesem de elimden geldiği sürece ona para ödemek ve destek olmak istemiştim. Yine de bunun değerini bilememişti. Belki hasedi onu buna itmişti.
Her neyse, onun yardımına artık güvenemeyeceğimi yavaş yavaş öğrenmiştim. Dolayısıyla, matbaada aldığım siparişleri zamanında bitirmek ve biraz para kazanmak için Amerika’ya gelen birkaç Polonyalı matbaacıyla linotip operatörünü işe aldım. Çoğu profesyoneldi ve Rusça biliyordu. Onları Roman’la ben denetliyorduk.
Bir ay sonra Bay Sindikeli, Volodya Skuybida aracılığıyla bana evde canının sıkıldığı, geri dönmek istediği haberini gönderdi. Çalışanların önünde kavga edebiliriz korkusuyla, çalışanlar dükkândan çıktıktan sonra, saat dokuzda gelip beni görmesini söyledim.
Bay Sindikeli içeri girdiğinde bir derginin sayfa düzenini yapıyordum, sıkıntılı, daha yaşlı görünüyordu. Kendini iyi hissetsin diye, bir yaşlıya gereken geleneksel saygıyı göstererek selam verdim, masaya oturttum, kendisini gördüğüme sevindiğimi söyledim.
Oturdu.
Ona katıldım, sağlığını sordum, buzdolabından bir şişe brendi çıkardım, kendini daha çok “evindeymiş gibi” hissetsin diye masanın üzerine koydum.
386 KADİR NATHO
Biraz içtikten sonra kendisine beslediğim saygıyı kendi hatası yüzünden yitirdiğimi itiraf ettim. Başını salladı, gözlerinden yaşlar iniyordu. Göğüs germek zorunda kaldığım daha sonraki sorun UkraynalIların Samopomich örgütünden çıktı. Dergilerinin baskı fiyatını artırmıştım, bu parayı altı yıldan beri düzenli ödüyorlardı. Dergi için onlara fatura veriyordum, bankaları hiç soru sormadan bana çeki yazıyordu ama sonra her şey ansızın değişti. Samopomich ’in başkanı Bay Şumeyko dergi için bana para ödememeye karar verdi, örgütü için çoktan bastığım bir önceki sayının parasının tamamını ödemezse Samopomich ’in gelecek sayısını basmayacağımı söyledim.
Birkaç gün sonra derginin editörü Davidenko’yla birlikte fiyatta pazarlık ermek için ofisime geldi. Daha önce yaptığım işin parasının tamamını ödemezse hiçbir konuda tartışmayı kabul etmedim.
Parayı ödemeyi kabul etmediler, dergilerini başka bir matbaaya götürebilmeleri için benden kapağın ve çeşitli reklamların maketlerini geri istediler. Onlara, yaptığım için parasının tamamını ödemezlerse benden hiçbir şey alamayacaklarını söyledim yine.
Çok öfkelendiler. Gözleri nefretle parlıyordu. “Biz büyük bir örgütüz” dedi Bay Şumeyko. “Maketleri bize vermeyi kabul etmemeye devam edersen, seni hırpalasınlar diye birkaç kabadayı gönderebilirim!”
Büyük kâğıt kesme bıçağını kaptım. “Beni tehdit etmeye mi kalkıyorsun, gangster?” dedim. Bay Şumeyko yu masamdan ittim. “Polis imdat’i arayıp polise, “Bay Şumeyko’yla arkadaşı dükkânımda, beni tehdit etmeye çalışıyorlar. On dakika içinde gitmezlerse sizi yeniden arayacağım. Benim adım Natho. Adres, G. A. Press, 752 Broadvvay, dokuzuncu kat, New York City. Sizi tekrar arayıncaya kadar eyleme geçmeniz gerekmiyor. Teşekkürler” dedim.
Sonra bıçakla Bay Şumeyko’nun karşısına geçtim. “Şimdi defol yoksa bağırsaklarını dışarı dökerim!” Rengi atmış, öfkeli ama tek söz söylemeden geri geri girmeye başladı. Kapıdan çıkarken arkasından, “Bir daha beni tehdit etmeye kalkma!” diye bağırdım.
UkraynalIların Samopomich örgütüyle iyi ilişkime son veren Bay Şumey-ko’dan aldığım son haber bu oldu. Ukraynalı diğer müşteriler hoş olmayan bu olaya karşın, yine de gelmeye devam ettiler.
Çerkeş Dergisinin Yayımlanması
1970’lerin başında matbaayı yönetmenin yanı sıra iki projenin de üzerinde çalışıyordum. Nicholas ve Nadiusha romanımı yazmayı bitirmiş, yaytW<->
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 387
bulmaya ve bir Çerkeş dergisi yayımlamak için editör kadrosu örgütlemeye çalkıyordum. Bunu konuştuğum iyi eğitimli Çerkeslerin arasında Kerim Bjasso, Dr. Cevat İdris (Tsey), Macida Hilmi (Hab)oka), Hayreddin Va-rokua, Basil Stassis, Asker Çesebi ve îsa Torkaho vardı. Belki bu fikir aklıma Türkiye’de İzzet Aydemir’in yayımladığı Kuzey Kafkasya dergisinden gelmişti. Ne var ki bu Çerkeş dergisi iki dilde - Çerkesçe ve İngilizce- ve.tamamıyla kültüre, eğitime yönelik olacaktı. Merkezi tercihen Amerika’da bulunacak ve Çerkeş Hayır Derneği’nin yayını olacaktı. Asıl amacı kültürümüz, tarihimiz ve geleneğimiz konusunda diasporadaki Çerkeslerimizi ve İngilizce konuşulan dünyayı bilgilendirmek, yaşadıkları ülkelerde azınlık bir etnik grubu olarak eziyet gören dünyanın her yerindeki Çerkeslerin sözcülüğünü yapmaktı. Dolayısıyla gelecekte bu dergi Ürdün, Suriye, Türkiye ve anayurttaki Çerkeş topluluklarını, ellerindeki en iyi gazetecileri, en azından her ülkeden bir gazeteciyi, Çerkeş halkının en iyi beyinlerinin oluşturdukları bu Çerkeş dergisinin editör kadrosuna katmak, dergiyi bütün dünyada temsil etmek, bir ülkede etnik bir azınlık grubu olarak ne zaman eziyet görseler haklarını etkince savunmak için Amerika’ya göndermeye teşvik edecekti.
Bu konuyu konuştuğum herkes fikri beğeniyor gibiydi ama biz olumlu bir adım atamadan yıllar geçiyordu. Bir kez Hase’de - o tarihte New Jersey eyaletinin Totowa ilçesindeydi- toplandık. Biz konuyu tartışırken, Türkiye’den yeni dönen Dr. Cevat İdris Türkiye’deki Çerkeslerin bu fikri beğendiklerini söyledi. Dergiye Türkçeyi de eklememizi önerdi. Bunun iyi bir fikir ama Türkçe bilen ne editörümüz ne de linotip operatörümüz bulunduğu için pratik olmadığını söyledim. Bir dil eklemenin derginin fiyatı gibi maliyetini de artıracağını, işi iki katına çıkaracağını da belirttim. Dr. Cevat İdris benimle aynı görüşte değildi. Bu durumda, dil sorunları aramazda bir çekişme yarattı, bu da derginin yayımlanmasının daha da gecikmesine yol açtı.
1977 yılının ortasında derginin yayımlanmasını tartışmanın zaman kaybı olduğuna karar verdim sonunda, Çerkesçe ve İngilizce olarak kendim yayımlamaya başlamaya karar verdim. Adının A.ıiHr3 ^ı.yar'by - Circas-sian Star (Çerkeş Yıldızı) olmasına karar verdim, kapağını ve boyutlarını tasarladım. Önce yılda iki sayı yayımlamaya, sonra üç aylık, iki aylık ya da ilk fırsatta aylık yapmaya karar verdim. Önce Çerkesçe ve İngilizce şöyle yazdım: “Derginin amacı, Çerkeş gençliğini dil, gelenekler, kültür ve soylu atalarının tarihi konularında aydınlatmak; Çerkeş gençliğini, oldukça
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder