erotik shop ve cerkes bilgileri33

erotik shop ve cerkes bilgileri33 

sevgiyi artırmaya teşvik etmek; görev ve saygınlık duygularını geliştirmek; Çerkeş soyundan gelen daha bilgili ve daha saygın Amerikalılar olmaları için dünya görüşlerini genişletmek.” Bundan sonra Dr. Cevat İdris (Tsey), Kerim Bjasso, Hayreddin Varokua, Bayan Macida Hilmi (Habjoka) ve Basil Stassis’e haber verdim, yazı yazmaya teşvik ettim. Yalnızca Hayreddin Varokua cevap verdi, bir tomar taslakla matbaama geldi. Circassian Starın ilk sayısını 1978'deyaymhAım. Bundan sonra derginin başına Okurlardan Mektuplarda ortasına Çerkesçe-îngilizce bir sözlük koydum.
Derginin arka kapağına Kafkasya haritası çizildi. Circassian Starın ilh sayısının içeriğ\nAt\dı konular Çerkesçe ve İngilizce şöyle sıralanıyordu: Çerkeş Yıldızına Hoş Geldiniz; Çerkesler! Saygın bir Dava için Harekete Geçin; Kur’an-ı Kerim (Giriş), yazan Abdullah Yusuf Ali; Çerkeş Alfabesi; İlk Alıştırma; Amerika’da Çerkeş Kültürü, yazan Hayreddin Varokua; Çerkeş Tarihi (Giriş); Çerkeslerin Anayurdu Kafkasya; Çerkesya da Arkeoloji (Eski Taş Çağı, Yeni Taş Çağı, Tunç Çağı); Çerkeş Yıldızı’nın Gelecekteki Okurlarına; Hatırlıyorum, Nana Niga, yazan F. T. S.; Evlatlık Edinme, yazan Mustafa H. Charkas; Çerkeş // Adamları; Aranılan Şeyler, yazan Max Ehrmann; Sevgili Arkada§; Yazılı Evlilik Sözleşmesi, yazan jan-set Berkok Shami; Kitaplar.
Amerika’daki Çerkeş toplumu derginin ilk sayısını çok iyi karşıladı. Büyük coşkuyla dergiye ilk cevap New Jersey’nin Paterson şehrindeki Çerkeş Futbol Kulübü’nden geldi. O tarihte spor kulübünün başında Bay Ku§-ha vardı. Hayreddin Varokua, bu özel gün için toplanan kulüp üyelerine beni tanıştırmıştı. Dergi doğduğunda beni coşkuyla karşılayan ikinci grup, o dönemde Amerika’daki en büyük Çerkeş grubu olan Suriyeli Çerkeslerin Hase’siydi. Nevvjersey’in Haledon ilçesinde bu nedenle düzenledikleri özel bir toplantıya beni davet ettiler, çok sıcak karşıladılar, Circassian Starı tesislerinde büyük gururla sergileyerek üyelerine sattılar. Derginin yaşamı boyunat abone toplamak için çok çalışan Çerkeslerin arasında Ahmet Çatav (Abu Ha-did), Prof Hayreddin Varoko ve Bayan Naval Naci (Tsey) vardı.
Dergiyi dağıtmak için bizzat çok çalıştım. Yığınlarca dergiyi postaneye taşıyıp postalamaya başladım. Önce Adıgey’in başkenti Maykop’takive Kabardey-Balkar’nın başkenti Nalçik’teki Çerkeş araştırma enstitülerine, Kanada, Mısır, İngiltere, Almanya, İsrail, Ürdün, Suriye ve Türkiye’deki bütün Çerkeş derneklerine ve dostlara gönderdim. Kongre Kitaplığiyh New York’taki Halk Kitaplığı’na, Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşid' eyaletlerindeki ve şehirlerindeki Çerkeslerin yanı sıra Columbia Universi' tesi gibi bazı belli başlı üniversitelere de postaladım.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 389
mektuplar gelmeye başladı ama hem ekonomik hem de siyasi nedenlerle aboneler oldukça azdı. Örneğin, Ortadoğu ülkelerinde çalışan Çerkesler dergiye 3 dolar abone ücreti ödeyemiyorlardı, onlar için çok pahalıydı. Öte yandan Türkiye’deki Çerkesler, hükümet, ülkelerinden para göndermelerine izin vermediği için abone olamıyorlardı. Sonuçta, Circassian Star t yayınlamak bana ağır vergi bindirmeye banladı. Dergiye gereken yazıları hazırlamak için G. A. Press’teki iş hacmini azaltmak zorunda kaldım. Ayrıca okurlardan gelen mektupları okumanın, onlarla yazışmanın, onlara dergileri postalamanın çok pahalı olduğu ve zaman aldığı da ortaya çıktı, ama vazgeçmeyecektim. Dergiyi alan bütün Çerkesler, bana fazla yardım edemeseler de yayınlamaya devam etmeye beni teşvik ediyorlardı.
Dergiyi ayakta tutmaya, daha bilgilendirici ve ilginç bir hale getirmeye, belirlenen hedefi yaşama geçirmeye çalışarak üç yıl kadar gerçekten çok çalıştım. Ancak Çerkesleri, kendilerini temsil edecek en iyi muhabirleri gönderirlerse Circassian Starın dünyada oynayabileceği rolün önemine ikna edemedim, ne yazık ki... Örneğin, bu fikirle Dr. Vasfi Güsar’a yaklaştığımda, Türk hükümetinin devlet politikası nedeniyle Çerkeslerin kendilerini temsil edecek muhabirleri Amerika’ya göndermelerine izin vermeyeceğinden korkuyordu. Devlet politikasına göre, Türkiye Cumhu-riyeti’nin bütün yurttaşları Türktü. Ürdün ordusunun emekli bir generali olan, Amman’da Çerkeş Hayır Derneği’nin Başkanı Anvar Paşa’yla da benzer bir biçimde aynı konuyu konuştum. “Çerkesler Ürdünde Çerkeş değil, Ürdünlü oldukları için Amerika’ya muhabir göndermeyi düşünmezler bile”, dedi. Dahası, anayurttaki ve diasporadaki Çerkeslerin çoğu, Circassian Starın bireysel çabayla çıkarılan bir yayın olduğunu kabul etmek yerine, ABD hükümetinin para yardımında bulunduğu siyasi bir araç olduğuna inanma eğilimindeydiler. Çerkeslerin kendilerine ev sahipliği yapan ülkelere ve halka, mükemmel bir saygınlık ve onurla hizmet eden hayli değerli ve güvenilir Çerkeş yurttaşları olmalarını sağlayan, geleneksel yetiştirilme tarzları olduğu için, bu konuda harcadığım zamana ve çabaya aldırmadan, özellikle Türkiye ve Ürdün’deki liderlerimizi, bu iki ülkenin en güvenilen ve en saygın yurttaşları olarak hükümetlerinden, anadillerini ve geleneklerini koruyup uygulamak için gereken özgürlüğü kendilerine vermelerini talep etmekten çekinmemeye ikna edemedim. Arzu edilen sonuçları başaramasam da, çabalarım birkaç yıl içinde Çerkeş gençliğine ve İngilizce konuşan dünyaya kahraman ulusumuzun tarihi ve kültürüyle ilgili yararlı bilgiyi yaymamı ve
çoğu Circassian Stari yaym\3.mak\2i başarmaya çalıştığım görevi onaylıyor ve takdir ediyordu. Buna karşın, Türkiye’de yaşayan Dr. Necdet Hatam (Meşfeş) gibi bazı yurtseverler benim Amerikan ajanı olmamdan kuşkulanarak, yaptığım yayının genç Çerkeş yurtseverlerimizi anayurtlarına dönmekten vazgeçirdiğini düşünme eğilimindeydiler. Sanırım Türkiye’de yaşayan genç Çerkeş Sait Duman bu son
Daba sonra, “Tarihte Çerkeslerin Ayak İzleri” makalemi yazarken, benim için biraz araştırma ve derginin abone okurları için hesap defteri yapmasını istedim, bana bu iyiliği hemen yaptı. Matbaada bana sık yardım eden diğerlerinin arasında Bayan Macida Mufti’yle (Habjoka) Bayan Naval Naci (Tsey) de vardı.
Amerikalılardan, yaptığım işi beğendiklerini söylemek için matbaama gelen iki kişiden söz etmeliyim sanırım burada. İlki Bay Bruce Doug-las Mackey’di. Bir gün elinde Circassian Starla, matbaama geldi, kendini Amerikan piyade yüzbaşısı olarak tanıttı, “Ürdün’deki Çerkeslerin Tarihi” konusunda tez yazdığını söyledi.
Bir Amerikalının, aynı zamanda Amerikan piyade yüzbaşısının Çer-kesler konusunda tez yazmasına doğal olarak şaşırdım. Ondan kuşkulanarak Çerkeslerle neden ilgilendiğini açıkça sordum. Ürdün Haşimi Krallığı tarihini okurken, Çerkeslerin, nüfusun ancak yüzde birini ya da ikisini oluşturmalarına karşın ülkenin siyaset, ekonomi ve kültür alanlarında çok etkili olduklarını fark ettiğinde ilgisinin uyandığını söyledi. Bu sohbet sırasında, Circassian Starın Çerkesler, tarihleri ve kültürleriyle ilgili İngilizce hiçbir bilginin bulunmadığı akademik dünyadaki bokluğu doldurduğunu söyledi. Giderken, taslağı bitirdiğinde ona bir iyilik yaparak tezini okuyup düzeltir miyim, diye sordu, bunu yapacağıma söz verdim.
Matbaama gelen diğer Amerikalı güzel bir hanımdı, onun da elinde Circassian vardı. (O tarihte matbaa araç gerecimi iyi dostum olan genç PolonyalI matbaacı Mike Pajack’ın Brookiyn’ın Greenpoint semtindeki matbaasına taşımıştım). Hanım, biraz Çerkesçe bilen bir dilbilimciydi. Dergiyi, özellikle de bastığım içindeki Çerkesçe-Ingilizce Sözlüğü beğendiğini, bir sözlük hazırlamam için ABD hükümetinden benim için bağış alabileceğini, sözlükteki sözcükleri bilgisayara girmeme yardım edeceğini söyledi. Bu, başka bir sürpriz, neredeyse şoktu! Bir Amerikalı hanım sözlük hazırlamamla ve bu proje için ABD hükümetinden benim adıma bağış almakla neden ilgilenirdi ki? Belli etmemeye çalıştım ama bu beni temkinli davranmaya itti. Aklından tam olarak ne geçtiğini öğrenmeliydim...
' da başka bir şeye bulaştırmamaya dikkat etmeliydim.

392 KADİR NATHO
1
ilk Kez Araba Sahibi Oldum
1970’de sürücü kursuna gittim ve Anne’in isteğiyle araba aldım. Matbaayı aldığımdan beri akşamları dışarı çıkmayı neredeyse bıraktığımız ve üç yıl önce annesi bizden ayrıldığından beri Anne evde kendini yalnız hissettiği için, hafta sonları şehir dışına gitmek, hoş vakit geçirmek istiyordu.
Tek elle doğru düzgün kullanamayacağım korkusuyla o tarihe kadar araba almaya cesaret edememiştim.
Arkadaşım Volodya Skuybida’nın önerdiği gibi kullanılmış, 65.000 milin henüz biraz üzerinde yol yapmış bir Volvo aldım. Orta Manhat-tan’da, yakınımdaki 405 Doğu Altmışıncı Sokak’ta bulunan St. Charles Garajını aylığı yetmiş dolara kiraladım.
Araba ve matbaa sahibi olmak, New York’ta arabam için garaj kiralamak moralimi büyük ölçüde yükseltti, uzun bir yol kat ettiğim duygusu uyandırdı. Hafta sonları New York dışına, Long Island’a, New Jersey’ye, Connecticut’a gitmeye başladık. Kırsal bölgelere yaptığımız bu gezilerden ikimiz de son derece keyif alıyorduk.
Ağabeyimin Amerika Ziyareti
Bu mucizeydi ama gerçekleşti! İsteği üzerine bir ay benimle kalması için davet ettiğim ağabeyim Nacib, 1975’te, Sovyet yetkililerin beni ziyaret etmesi için kendisine izin verdiklerini söyledi telefonda, sefer sayısını ve Kennedy Havaalanına geliş saatini verdi. Pek inanamadım, doğru anlayıp anlamadığımı tekrar tekrar sordum. Ciddi olduğunun güvencesini verdi, çoktan vizesini ve Moskova’ya gidiş dönüş uçak bileti aldığını söyledi. Moskova’dan kalkış tarihi ve saatiyle JFK Havaalanına geliş saatini de söyledi.
Heyecanlandım. Ağabeyim korkmuyordu. Gerçekten de bütün bir ay New York’ta benimle kalmaya geliyordu! Daha önce düşünülemezdi bu ama şimdi gerçekleşiyordu. Sovyetler Birliği’nde büyük bir değişiklik, iyiye doğru gidiş gerçekleşmiş olmalıydı. Daha önce bunu yalnızca düşündüğü için bile Sibirya’ya sürerlerdi onu ama şimdi beni görmeye gelmesine izin veriyorlardı.
Aman Tanrım! Ağabeyim Nacib’i görmekten ne kadar memnun ve mutlu olacağımı düşündüm. 1942 başında gönüllü olarak Kızıl Ordu’ya katılarak Sovyetler Birliği’ni işgal eden Almanlara karşı savaştığından beri onu görmemiştim. O tarihten bu yana otuz dört yıl geçmişti. Şimdi beni görmeye geliyordu, savaş sırasında anayurdundan ayrılan, şimdi Amerika’da yaşayan beni görmeye. Değişime bakın!
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 393
Bu habere o kadar heyecanlandım ki uyuyamadım. Anne bunu benimle paylaştı, bir dediğimi iki etmedi, ağladı. Haberi arkadaşlarıma ver-(]inrı, benim adıma mutlu oldular. Sonunda o gün geldi., Boris Koble, Bdik Bjasso, Şahançeri Liy ve ben ağabeyimi karşılamak için JFK Havaalanına gittik. Boris bizi arabasıyla götürdü.
Biz havaalanında beklerken gümrüğün kapısı açıldı. Nacib’i uzaktan gördüm, tanıdım. Dışarı çıkınca ağlayarak birbirimize sarıldık. Formunda, sağlıklı ve dinçti. Ona arkadaşlarımı tanıştırdım, yolculuğun nasıl geçtiğini sordum, eve götürdüm.
Anne bize akşam yemeği ve içki ikram etti. O gece hiç uyumadık. Arkadaşlarım gittikten sonra oturdum, savaştan kısa süre sonra ölen babamın, Stalingrad’ı savunurken ölen kardeşimiz Kimkeri’nin, babasını hiç görmeden ölen oğlu Zavur’un ağabeyimin anlattığı acı öykülerini dinledim.
Nacib ve Rusları la Edik’in annesi Lana Bjasso. (Fotoğraf Bjasso’lartn New Jersey’nin şehrindeki evlerinde çekildi)
Matbaamda yapılacak işleri sürekli düşünsem de, ailemin bazı üyelerinin savaş sırasında başına gelenleri anlatan Nacib’i dinleyerek bütün gece o kadar çok ağlamıştım ki ertesi günü hiç de işe gidecek durumda değildim. Bir gün sonra Nacib’i de alarak matbaaya gittim.
Matbaamdan etkilendi, Çerkeş bölgesinin tamamında bile böyle iyi matbaa makineleri, geniş stok ve araç gereç bulunmadığını söyledi. Kollarını sıvayıp bir süre bana yardım etti ama sonra ansızın bıraktı. “Ka-dirbek” dedi korkuyla, “bu dergileri basmana yardım ettiğimi anlarlarsa, sanırım, başım belaya girer!”
Onunla aynı görüşteydim, bana yardım etmeyi bırakmasını söyledim. Benim için çalışan yeterli adamım vardı her halükarda. Az sonra matbaaya İbrahim Umatov, Şahançeri Liy ve Cebar Tleptserışe gelip Nacib’i şehirde dolaştırmaya götürdüler. Daha sonra bu, gündüzleri rutin haline geldi. New York ve New Jersey’deki arkadaşlarımsa bizi evlerine akşan
394 KADİR NATHO
Ağabeyimi oraya götürdüm, araba seçmesini söyledim, bej rengi bir jiguli seçti. Krasnodar şehrinde teslim edeceklerine söz verdiler. Bq bin doların üzerinde para ödedim, faturayı ağabeyime verdim. Ne kadar içten mutlu olduğunu anlatmak güç, eve geldiğimizde Annede bana kalpten teşekkür etti. Tanrıya, bize bereketlerini yağdırdığı için heyecanla dua etti.
Bir ay fark etmeden geçti, ağabeyimin yurda dönme zamanı geldi. Bo-ris. Edik ve ben, hediyelerini yüklenerek onu JFK Havaalanına götürdük. Yolcu giriş kapısında Nacib’e veda edinceye kadar iyiydim ama kapıdan geçip uçağa yöneldiğinde onu bir daha göremeyebileceğim aklıma geldi, tutamadığım hıçkırıklara boğuldum. Arkadaşlarım beni sakinleştirmeye çalıştılar ama kendimi tutmam saatler sürdü.
Nicholas ve Nadiusha Romanım
1974’te romanımı yazmayı bitirince, yayıncı bulma umuduyla iki yıl hiçbir başarı kaydedemeden değişik yayınevlerine göndermeye devam ettim. Sonunda düş kırıklığına uğradım. Kapak tasarımını yaptım ve 1976’da kendi matbaamda bastım. Cildini Biblos Ciltçilik Şirketinden BayScher-baniuk yaptı. Sonuç gurur duyulacak, ilgi çeken, etkileyici bir kitap oldu;
1
yemeğine davet ediyorlardı.
Giderek ağabeyim, arka bahçelerinde domates yetiştirip Rusya’nın büyük şehirlerinde, hatta Moskova’da yüksek fiyatlara satarak başta Volga ve Jiguli marka özel arabalar alan, doğduğumuz köydeki bazı arkadaşla-rımın adlarını söyledi. Arabasının olmasını istediğini, almaya bütçesinin elvermediğini ima etti. Dahası, almaya bütçesi elverse bile, resmen satın almak için on yıl sıra gelmesini beklemesi gerekiyordu.
Anne bize akşam yemeği ve içki ikram etti. O gece hiç uyumadık, Arkadaşlarım gittikten sonra oturdum, savaştan kısa süre sonra ölen babamın, Stalingrad’ı savunurken ölen kardeşimiz Kimkeri’nin, babasını hiç görmeden ölen oğlu Zavur’un ağabeyimin anlattığı acı öykülerini dinledim.
Ancak, yabancı ziyaretçiler Moskova’ya geldikleri an yeni bir araba alıp Sovyetler Birliği’ndeki akrabalarına ve arkadaşlarına hediye edebiliyorlardı.
Amerika’da yaşadığımı bilen parti üyelerinin, ağabeyimin araba kullandığını görünce kıskanıp ona zarar vermelerinden korkarak istemedim önce, ama Anne ağabeyime bu iyiliği yapmaya beni ikna etti. Ağabeyimin, Rusya’nın belirttiği bölgesine döner dönmez arabayı alacağının güvencesini verdiler.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA
benim için büyük başarıydı.
396 sayfalık bu sürükleyici, ilginç roman hem New York hem de New Jersey eyaletlerinde iyi karşılandı. New York’taki Ukraynalı ve Rus eleştirmenler, “Bu ilginç ve dramatik romanın ana karakterleri Rus adları taşısalar da, ünlü Ukraynalı şair Taraş Şevçenko’nun yazdığı Çerkeş kahramanlığı, bu genç Çerkeş yazarın kitabının başından sonuna kadar sürüyor” dediler. Bayan Ruth Lucas (Hearst’ün özel sekreteriydi, ona ayaklı ansiklopedi derdik) Nicholas and Nadiusha’ntn Doktor Jivago'dan daha iyi bir roman olduğunu düşünüyordu. Paterson’da yaşayan Dr. Cevat Id-ris romanın başka bir yanını gördü. “Bu ülkeye geldikten sonra İngilizce öğrenen bu kitabın genç Çerkeş yazarı, savaşın insanların üzerindeki psikolojik ve ahlaki etkilerini bir hekimden daha iyi anlattığı büyüleyici kitabını İngilizce yazdı” dedi.
Arkadaşlarımın Kavgasının Nedeni
Dr. Cevat İdris (Tysey) bir gün arkadaşım Kerim Subzoko’nun, genç Çerkeş dans grubunun müzisyenini, ulusal danslarımızı önceki gün sahnelemeleri planlanan New Jersey Uluslararası Etnik Festival’ine katılmamaya ikna ederek ona ve gruba ayıp ettiğinden şikâyet etti. Bu kötü haberi duyduğuma çok üzüldüm, çünkü Amerika’daki Çerkeş topluluğumuza öncülük eden, halkımızın davası için birlikte çalışabilecek olan bu iki adam henüz tanımadığım bir müzisyen yüzünden kavga etmişlerdi.
O gün Dr. Cevat îdris’le üzerimizdeki yeni sorumluluğu en iyi biçimde nasıl yerine getirebileceğimizi tartışmak için buluşmuştum. Çerkeş Hayır Derneği kısa süre önce bizi, derneğimizin malvarlığının, yani New Jersey’nin Totovva ilçesinde satın aldığı iki katlı bir binanın kayyumluğuna atamıştı.
Dernek zemin kattaki bir dükkânla bir daireyi kiraya vermiş, binadaki dükkânla arkadaki dairenin arasında bulunan iki odayı ofis ve kitaplık olarak ayırmış, ikinci katı camiye ve salona dönüştürmüştü. Cami ibadet, salon ise derneğimizin toplantıları ve akşam partileri için kullanılacaktı.
Karşımda oturan Dr. Cevat İdris çok üzülmüş, derinden incinmişti, düşmanlık duyuyordu. Müzisyenin “ihanetine” kesinlikle çok kızmıştı, müzisyenden çok arkadaşımı suçluyordu. Bir bakıma, derinden incindiği için onu suçlayamıyordum. Kendisinin, eşi Serenay’ın ve genç Çerkeş kızlarıyla delikanlılarından oluşan bir grubun, New Jersey Eyaleti Uluslararası Etnik Festivali’nde Çerkeş kültürümüzün bir parçasını sergilemek için aylardır çalıştıklarını iyi biliyordum. Bu Çerkeş grubunun, sahneye çıkma sırası gelip, o önemli anda en çok ihtiyaç duydukları müzisyeni bu-
396 KADİR NAihU
Temir Ulagay, ağabeyim Nacib, Sonia Blanağaptsa ve Cebar Tleptsert^e. Soniamn evinde. Cresskill, Neıv Jersey
Arkadaşlarım Ruslan ve Edik Bjasso, Paterson'daki evlerinde Nacib'le
Soldan sağa: (1) Aslan Gutte, (2) Cebar Tleptsenşe, İbrahim Umar ve Nacib Benim (3) Nacib Nacho, (4) Bayan Sonia (Salamat) matbaada, G.A. Press, 752 Blanağaptsa, (5) Ali Staş (Katse Pak), (6) Teuçej Broadıvay, Neıv York Blanağaptsa, (7) Temir Ulagay ve (8) Nuh Staş.
(Blanağaptsalann evinde, Cresskill, Neıv Jersey)
lamadıklarmda kendilerini ne kadar güç durumda hissetmiş olabileceklerini anlıyordum. Dans etmek için gerekli olan Çerkeş müziğinin canlandırıcı sesi olmadan, coşturan danslarımızı sahneleyen Çerkeş grubunu düşünün bir! Bu kadar uzun süre birlikte çalıştıkları, oyunun ayrılmaz bir parçası haline gelen ve o önemli anda onlarla birlikte çıkmayan müzisyene karşı ne hissetmiş olmaları gerektiğini düşünün bir! Hem Dr. Cevatİd-ris’in hem de Kerim Subzoko’nun bu kötü haberi duymaktan hoşlanacak ve yeni çıkan bu yangından keyif alarak körükle gitmeye hazır “arkadaşları” olduğunu da biliyordum. Bu nedenle, onu sakinleşmesi ve baş gösteren aralarındaki yanlış anlamayı düzeltmek için arkadaşımla konuşmama izin vermesi için ikna etmeye çalıştım. Ancak ne yazık ki beni dinleyeceği yerde, kendi görüşüne göre kötü biri olan ve zararlı bir böcek gibi yok edilmesi gereken arkadaşımın tarafını tutmakla suçladı beni. “Arkadaşın
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 397
için böyle düşünüyorum!” dedi. “Git, ona böyle söyle!”
“Doktor!” dedim. “Kendin söyle! Ben kimsenin kuryesi değilim!”
El sallayıp gitti.
Benimle konuşma tarzına içerledim ama onu bağışlamalıydım, çünkü Icendini aşağılanmış hissediyordu, görgü kurallarını unutmuştu. Dahası, bu iki arkadaşımı uzlaştırmak için yapabileceğim her şeyi yapmam gerektiğini düşünüyordum.
Arkadaşınızın içtenlikli uyarılarınızın ve öğütlerinizin tersine, yanlış yaptığını kesinlikle bilmeniz, kendinizi içinde bulacağınız en zor durum, sanırım. Dr. Cevat Idris’in karşısında kendimi içinde bulduğum durum buydu. Amerika’ya geldiğimden beri arkadaşım Kerim Subzoko’yla durumum böyleydi. Onunla yakın dostluk kurduğum Amman’da, ağabe-yininkinden çok benim öğütlerime kulak astığını söylerdi. Ancak Amerika’ya geldikten kısa süre sonra bana karşı davranışının değiştiğini fark
etmeye başladım. Ona verdiğim öğütlere hiç karşı çıkmamasına ve davranışlarını değiştirme sözü vermesine karşın, son zamanlarda söylediklerime giderek daha az kulak asıyordu. Bana karşı tutumundaki bu yeni değişikliğin, Amerika’ya geldikten sonra aylarca onunla ve ailesiyle beraber yaşamamla ilgisi vardı belki. Aynı zamanda bana karşı en küçük bir saygısızlık etmiyordu. Tam tersine, Paterson’da ne zaman karşılaşsak, bana içtenlikle selam veriyor, Katya’nm her zaman beni kardeşi gibi kabul
^icholas and Nadiusha romanımın birinci baskısı ettiğini evine öğle ya da

398 KADİR NATHO
akşam yemeğine çağırıyordu.
Bana karşı açıkça değişmesine karşın, ne zaman yanlış bir şey yaptığa m ya da söylediğini düşünsem yüzüne vurmaya hâlâ devam ediyorduaı ona yakışmıyor ya da saygınlığına uymuyor gibi gelen her şeyi. Bunu,^ iyi bir nedeni vardı. Bu adamın huysuzluk ve öfke gibi kusurları vard, ama aynı zamanda şimdiye kadar gördüğüm ya da duyduğum en kibar en merhametli ve en konuksever adamdı. Sevimli eşi Katya da öyleydi Evleri, her gün sabahın erken saatlerinden gece yarısına kadar bol bol doyurarak ağırladıkları arkadaşlar ve konuklarla doluydu. Kerim Subzoko halkından herkesi evine buyur etmeye, iş bulmalarına yardım etmeye, başka sorunlarının çözülmesine, hatta yerel polisle sorunları olan talihsiz arkadaşlarına ve mahkemede çeşitli davaları olanlara da destek olmaya her zaman hazırdı.
Kerim’e gidip bu yaptığını yapmaması gerektiğini söyledim. Müzisyenle ya da Dr. Cevdet İdris’le bir ilgisi olduğunu yalanladı ama ona inanmadım. İlk kez ona, kendisini sandığından daha iyi tanıdığımı ve ne yapabileceğini bildiğimi söyledim. “Kerim, dostum” dedim, “istediğin kadar kıyasıya yalanla ama doktoru aşağılamak için ona bu küçük kirli oyunu oynadın! İtiraf et!”
İtiraf etmeyecekti. Bunun yerine gülümsedi, doktorla neden bu kadar ilgilendiğimi sordu. Şaka yollu, “Kimin arkadaşısın sen... Benim mi yoksa onun mu?” dedi.
Onunla tartışarak hiçbir yere varılmayacağım anladım. Katya’yla birlikte beni sokağa kadar geçirirken, “İkinizin de kötü çocuklar gibi kavga etmeye son vermenizi, topluluğumuz için birlikte çalışmaya başlamanızı, iyi dost olmanızı diliyorum” diyerek gittim. Bu konuyu daha sonra, yalnızken onunla konuşacaktım.
Mike Pajank
Mike Pajank bir gün benim matbaaya geldi, matbaa makinesinin bozulduğunu söyledi, acele bitmesi gereken bir dergiyi basar mıyım, diye sordu. Üst katımda Polstar Yayınevi’ni açan ve sözde bu işte acımasız rakiplerimden biri olan, yirmi yaşların sonunda Polonyalı genç bir matbaacıydı. “Komşunuzum. İşi zamanında bitiremezsem müşteriyi kaybederim” dedi.
Matbaa makinesini durdurdum, genci buyur ettim. Yakışıklıydı ve meslekte yeniydi. “Durum bu kadar kötü mü, genç komşum?” diye sordum, üzüntüyle başını salladığını görünce işi getirmesini söyledim. Getirdi. Baskıyı iki günde bitirdim, onu aradım, gelip işi almasını soy-
ledim. İşim için boş alana gerek vardı. Gülümseyerek geldi, çek defterini çıkardı, kendisi için yaptığım baskı işi için ne fiyat isteyeceğimi sordu. “Şirketin ikramı” dedim.
İnanamayarak, “Ne?” dedi.
“Komşular ne gün içindir?” dedim. “Mike, yeni komşum olduğunu söylemedin mi?”
“Evet ama ...”
“Aması yok, Mike” dedim. “Benden bir hediye. Bir gün senin yardımına ihtiyaç duyduğumda sen de bana aynısını yaparsın. Anlaştık mı?” Kendisini iyi hissetsin diye gülümsedim. “Bizim âdetimiz böyle, Çerkeş âdeti.” El sıkışmak için elimi uzattım.
Yüzü kızararak elimi sıktı, bol bol teşekkür etti, gitti, genç komşuma yardım etmekten mutlu, işime devam ettim.
Çöp Toplayanlarla Sorun
New York’ta matbaa sahibi olmak, işinizden çıkan çöpünüzü toplayacak birini tutmanız demekti. Çöp alan birçok şirket, her birinin kendi çöp kamyonları vardı. Ödemeniz gereken aylık ücreti pazarlık edebilirdiniz. Bu ücret çıkardığınız çöpün hacmine bağlıydı ve gelip çöpünüzü alarak götürmek zorundaydılar. Belli bir aylık ödeme karşılığında çöpümü alması için bu şirketlerden birini seçmeliydim. Bana her hafta temiz havlular getiren, kirlilerini alıp götüren bir çamaşır yıkama şirketiyle de aynısı yapmıştım.
Matbaamda çöpün, özellikle de kâğıtların hacmi, doğal olarak işimin büyümesine paralel artıyordu. Aynısı temiz havlu, terebentin, benzin, kurşun, mürekkep ve ihtiyaç duyduğum diğer stokların sayısı için de ge-çerliydi. Tanrıya şükür daha çok müşteri edindim, işim büyüdü. Bu durumda, çöp şirketi aylık ücretimi birçok kez artırdı, ödemeyi kabul ettim. Sonunda, paraya duydukları ölçüsüz iştahtan usandım, aynı kötü durumda bulunan Ukraynalı diğer iş adamlarıyla birlikte bizden istedikleri ücret artışını ödememeye karar verdim. Bu nedenle çok geçmeden, ücret artışını bir hafta içinde ödemezsek hepimizi dükkânlarımızın camlarını kırmakla tehdit ettiler. Küçük iş sahibi bazı meslektaşlarım bürün çöp toplama şirketlerinin sahibinin mafya olduğunu, tehditlerini ciddiye almak gerektiğini söylediler. Birçoğunun gözü korktu, sonuçlardan kaçınmak için istenen ek ücreti ödedi. A Caddesindeki matbaanın Ukraynalı sahibi ve ben ödemeyi kabul etmedik. Bir gece A Caddesi üzerindeki matbaacı
Bayan Ruth Lucas, ben ve Anne’in annesi Zehra Gemerd, New York, 677 Madison Caddesi’ndeki evimizde.
Dr. Cevat İdris ve ben. Washingtan DC
dükkânının bütün camları, “söz verildiği” gibi kırıldı. Dükkân benim çok yakınımda olmasına karşın, neyse ki benim dükkânımın camlarını kırmadılar. Sanırım, bunun tek nedeni benim dükkânımın dokuzuncu katta yer almasıydı, oysa A Caddesi üzerindeki zemin kattaydı.
Arkadaşım dükkânına verdikleri hasarın fotoğraflarını çekti, polise ve şehirdeki yerel yetkililere verdi, bir sonuç çıkmadı. New York’un, dünya ticaretinin başkentinin hâlâ orman kanunlarıyla yönetildiğini gösteriyordu bu, bu kanuna göre en güçlü olan ayakta kalıp yönetiyordu!
Şahançeri Liy’in Doktorlarıyla Sorunu
Şahançeri Liy matbaaya telefon edip kaza geçirdiğini, Manhattan’daki Roosevelt Hastanesinde olduğunu söylediğinde aramız limoniydi. Bir aydan fazladır benimle konuşmuyordu, çünkü son kez beni görmeye geldiğinde bir vasiyetnamedeki hukuki terimler konusunda anlaşamamıştık. Kafkasya’daki yeğeni adına o gün yirmi bin dolar değerinde mevduat sertifikası yazmakla övündü. Bunun hiçbir anlamı olmadığını belirttim, çünkü mevduat sertifikasının süresi bitince anapara tutarı kendi banka hesabına geçirilirdi. Yeğenine bir şey bırakmayı gerçekten istiyorsa avukatına gidip yeğeninin adına vasiyetname yazmalıydı, önerime çok öfkelendi, güvenilen bir hesap uzmanı olduğunu sertçe hatırlattı, hışımla gitti. O tarihten beri iki ay geçmişti.
Arkadaşım ve ben bu tür küskünlüklere alışkındık. Davranışından pişmanlık duyup canı benimle konuşmak istediğinde telefon eder, birkaç
BOlU
.erotik shop

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder