erotik shop ve cerkes bilgileri55
Kafkasya’dan bir konuğu olduğunu söyledi, birlikte onları görmeye gitmemizi istedi. O günlerde toplumumuzdan birine anayurttan bir konuk geldiğini duymaktan çok mutlu oluyor, bu mutlu olayı onunla paylaşmak 1 ve sevgili anayurdumuzdan gelen bir konukla biraz zaman geçirmek için daima oraya koşuyor, her zaman onlara sevgili kardeşlerimiz gibi davranıyorduk. Bu nedenle, arkadaşımla birlikte Karabit Koşa gitmeyi hemen kabul ettim, gerçi onu daha önce defalarca görmüştüm ama Paterson’daki Çerkeş topluluğumuzun en büyüğü olarak ona duyduğum geleneksel saygı nedeniyle, doğru düzgün konuşma şansım hiç olmamıştı.Karabit Koş, doksanlı yaşların sonunda, zeki, kahverengi gözlü, uzun boylu, zayıf bir adamdı. Ziyaretçilerle dolu evinde bizi sıcak karşıladı, Kabardey-Balkar’nm başkeni Nalçik’ten gelen konuğu, güzel yeğeni Fati-ma’yla tanıştırdı. Bu mutlu olay için ikisini de kutladık, çünkü Sovyetler Birliğinin herhangi bir yerinden böyle bir konuğun gelmesi o günlerde çok ender bir olaydı.
Bizden önce gelen bazı konuklar geleneksel görgü kurallarımıza göre, evde bize daha çok yer açmak ve konukla konuşma şansı vermek için kısa süre sonra izin isteyip gittiler. Sohbet sırasında konuğun iki oğlu olan evli genç bir hanım ve eşinin Kabardokolardan olduğunu, Paterson’da, sevgiyle Tetef^^ dediği amcasında iki haftadan beri kaldığını öğrendim.
Karabit Koş ve Fatima’yla yavaş yavaş yalnız kaldık. Arkadaşım onların köyünden olduğu için sohbet hoştu, o gece geç saate kadar onlarda kaldık. Bize kalplerini açtılar, geceyi onlarda geçirmemiz için ısrar ettiler ama kibarca geri çevirdik.
Karabir Koş yeğenine mücevher ve araba almak istediğini ama Sovyetler Birliği nin, Amerika’da Rusya asıllı Amerikalılara, Rusya’daki akrabalarına ve arkadaşlarına hediye etmeleri için araba satmaya son verdiğinden alamadığını söyledi.
Bu nedenle Karabir’le yeğeni Washingron DC’deki Rusya elçiliğine defalarca girmişler, Fatima’ya araba almak için resmi izin ya da Farima’nın evine dönerken Moskova’da araba almak gibi belli bir amaç için amcasından 5000 dolar almasına izin verildiğini doğrulayan yazılı bir belge almaya çalışmışlardı. Sonunda, New Ybrk’taki Birleşmiş Milletlerin Sovyet temsilciliğini görmeleri salık verilmişti.
Aynı zamanda Karabit yeğenine çevreyi gezdirmek, alışveriş yapmak, ona ülkeyi, özellikle de New York’u göstermek istiyordu, ama İngilizce bilmiyor, araba kullanmıyordu ve Paterson’daki Çerkeş
dım edemiyorlardı, çünkü hepsinin geçimini sağlamak için çalışması gç. rekiyordu. Dolayısıyla, o gece onlardan ayrılmadan önce doğal olarak, nt zaman bir yere gitmek isterlerse çekinmeden bana bildirmelerini istedim o tarihte çalışmıyordum, Anne’e bakarken müşterilerimi kaybetmiştim.
Elbette arkadaşım aracılığıyla benden bu iyiliği istemeleri uzun sürmedi, Paterson ve New York’ta onları —arkadaşım ve eşi, Karabit, yeğeni-gezdirmeye başladım. Çok geçmeden Karabit’in ilginç, yaşına göre dinç ve zengin bir Çerkeş halk hikâyeleri repertuvarına sahip, iyi bir masalcı olduğunu gördüm. Dahası hikâyeyi yarıda kesip birkaç dakika konuyu değiştirme, sonra dinleyenlere ansızın nerede hikâyenin neresinde kaldığım sorma gibi tuhaf bir alışkanlığı vardı. Dinleyenlerden biri nerede kaldığını hatırlarsa devam ediyordu. Kimse hatırlatmazsa bu hikâyenin sonu oluyordu. Geçmişteki her şeyi ayrıntılı hatırlayan ama yakın geçmişten hiçbir şey hatırlamayan tipik bir yaşlıydı. Gençliğini Kafkasya’da, Kabardey’den Nathuace’ye kadar at sırtında dolaşarak, at çalarak, insanları soyarak geçirmişti. Dolayısıyla, Kabardeyli olmasına karşın, Nalçik’ten en az bin kilometre uzaktaki köyümüz Hatramtuk’un ayrıntıları kadar önde gelen insanlarını da iyi tanıyordu. O günlerde birçok kimse hiç ayrılmadan doğduğu köyde yaşayıp ölürken, yaşına göre bu olağanüstü bir beceriydi.
Pastırma yazının sıcak bir gününde New York’ta sabahtan öğleden sonra geç saate kadar Karabit, yeğeni Fatima, Şahançeri, Zekia ve ben alışveriş yaptık. Fatima için On Dördüncü Sokak’taki dükkânlardan, sonra Macy’den alışveriş yaptık, oradan Beşinci ve Altıncı caddelerin arasındaki Kırk Yedinci Sokak’a, kuyumcuların semtine geldik. Karabit yeğenine pahalı, on sekiz ayar altın kolyelerle bilezikler aldı. Bütün bu sürede enerjisine hayran kalarak Karabit’i seyrediyordum. Doksan yedi yaşındaydı, hepimizden daha canlı, daha az yorgun görünüyordu. Vereceği cevabı merak ederek, kendini nasıl hissettiğini sordum.
Gülümseyerek ve küçük zeki gözleriyle bana bakarak, “İyiyim delikanlı” İyiyim” dedi, sonra eliyle işaret ederek beni çağırdı. Yanına gittiğimde, elini omzuma koydu. “Biliyor musun, Natho tsıkur'^f^” dedi. Sonra cevabımı beklemeden, “Dünyanın en lezzetli yemeği nedir, biliyor musun.^” diye ekledi.
Ben de ona gülümseyerek, “Ne olabilir.^” diye sordum.
“Evet” dedi, “Kafkas dağlarının temiz havasında bütün gün at sırtında giderken yersen ve gerçekten açıkmışsan hiçbir yemek mısır lapasının üzerinde ızgarada pişirilmiş etten daha lezzetli olamaz!”
Acıkıp acıkmadığını sormadım. Bunun yerine anahtarlarımı Zekia’ya verdim, evime gidip bonfileleri ızgara yapıp mısır lapası pişirmesini söyledim. Bir saat sonra Karabit, Fatima, Şahançeri ve ben Zekia’nın ardından gittik. Evimin merdivenlerini tırmanırken Karabit, “Sevdiğim yemeğin kokusunu alıyorum” diye bağırdı.
Zekia ızgarada lezzetli bonfile yapmış, mısır lapası pişirmişti!
Karabit, “Kimseyi bek-leyemem” dedi, yemeğin keyfini çıkarmaya başladı, ara sıra yüzündeki teri sildi, sonra büyük bir iştahla yemeye devam etti. Yemek ona gençliğinin el üstünde tuttuğu pek çok anısını hatırlatmış olmalıydı, çünkü sessizce ama sınırsız bir mutluluk ve zevkle yiyordu.
Oturan (1) Jançeri Upçejoko; (Ayaktakiler) soldan sağa: (2) Jançeri Upçejoko, (3) Halil Yavuz
Fatima’mn Arkadaşı
Fatima’nın isteği üzerine, onunla birlikte Amerika’ya gelen Rus kadın arkadaşını eve davet etmiştim. Yazık ki adını hatırlamıyorum ama bu vesileyle Şahançeri Liy’i ve eşini de davet etmiştim. Sonunda, güzel ve oldukça zarif kızı Olga’nın eşlik ettiği bu Rus kadın da geldi, tipik olarak sarışın ve tıknazdı, kahverengi deri ceket giymişti.
Şahançeri’nin Rus kadının eve girdiğini görünce sarsıldığını fark ettim. Adeta iskemlesinden fırlamış, Fatima bizi birbirimize tanıştırırken Şahançeri el sıkıp sıkmamakta duraksamıştı. Paniğe kapılmıştı, beni mutfağa çağırıp, “Tipik bir çekist, tipik bir parti üyesi! Anlayabiliyorum bunu!” dedi. “Korkuyorum ondan!”
“Ne olmuş parti üyesiyse?” dedim. “Amerika’dayız. Sakin ol, erkek gibi davran. Ayrıca o, konuğumuzun arkadaşı. Bunu unutma! Onu konukseverce, gerçek Çerkeş konukseverliğiyle ağırlamalıyız.”
Boyun eğerek başıyla onayladı, onu konukların yanına götürdüm.
41 8 KADİR NATHO
Şampanya ikram ettim, yandaki restorandan yemek sipariş ettim ev hibi olarak dostluğa kadeh kaldırdım. Sohbetimiz içtenlik ve dostlu^] derinleşti. Rus kadın bana kalbini açmaya başladı. Parti üyesi veNalçi|^>(^ bir anaokulunun müdürü olduğunu, şoförlerin kullandığı iki atabanm onun hizmetine ayrıldığını, altında isteğinde işe alıp istediğinde işten çı kardığı dört yüz kişinin çalıştığını itiraf etti.
“Demek bu nedenle kendinizi yarı tanrı gibi hissedip böyle davram-yorsunuz!” dedim. “Komünist Parti sizi çok güçlü duruma getiriyor ve kimse aksini iddia edemiyor, hatta size karşı çıkamıyor. Komünist Par-ti’nin özgürleştirmesinin beklendiği proletaryanın çok güçlü efendileri oluyorsunuz ama proletaryayı insan haklarından yoksun bırakıyorsunuz, onu tamamıyla köleleştiriyorsunuz! Bu karşıtlık burada, Amerika’da de geçerli. Size göre burjuvazinin köleleri olan buradaki proletaryayı, yani işçi sınıfını en azından işçi sendikaları savunup koruyor. Haklarını talep etmekte özgürler, bürokratlara ve devlet adamlarına vergi ödeyenlerin paralarıyla yaşadıklarını ve onlar için çalışmaları gerektiğini korkmadan hatırlatıyorlar.”
Bunu yadsımadı. Tersine, parti üyelerinin kaliteli ürünler, malzeme.
Ahrned’le Janette Hahu ve Şahançeri Liyle Zekia Liy
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 419
hatta yiyecek alabildikleri özel dükkânlar bulunduğunu, güzel genç kızların buralara giremediklerini filan itiraf etti.
Bir süre sonra her zaman bu kadar özgürce konuşup konuşmadığını sordum.
Ansızın korkuya kapıldı, pencereye baktı. “Neden.^” dedi. “Biri mi dinliyor?”
“Hayır!” dedim gülerek. Şahançeri Liy bile güldü. “Ama KGB Sovyet rejimi aleyhine söylenen her şeyi bir yolunu bulup öğreniyor.”
Bu sohbetin sonunda kızı Olga’ya göz kulak olmamı istedi. Sovyetler Birliğini terk etmek için bir Yahudi’yle evlenmişti ama bazı nedenletle ona güvenmiyordu. Olga da ona dayanamadığını, eve geldiğinde hamburger koktuğunu söyledi.
Bir süre sonra Olga’nın annesi, eşini yalnız bırakamadığı için Nalçik’e döndü. Birkaç yıl sonra Sovyetler Birliği’nde emekli oldu, kızıyla yeniden bir araya geldi, ömür boyu burada yaşamış ve burada çalışmış gibi, Amerika’nın emeklilere tanıdığı bütün haklardan yararlanmayı bir yolunu bularak başardığını duydum.
New York’taki Rusya Temsilciliği
Karabil Koş ve yeğeni Falitna Kabardoko benimle, New Jeney’-Paterson, 1980
Bir gün Karabit’le yeğeni Fatima, araba alma sorununun çözümü için Washington’daki Rus elçiliğinin, New York’taki Rus temsilciliğine danışmalarını salık verdiğini söylediler ve kendilerini oraya götürmemi istediler. Onlara bu iyiliği yapmayı hemen kabul ederek Rusya temsilciliğine götürdüm. Arabayı sokağa, Hunter Koleji’nin yakınına park ettim, temsilciliğin kapısına kadar onlara eşlik ettim, iyi şanslar diledim, işleri bitinceye kadar bekleyeceğimi söyledim. “Ha-
420 KADİR NATHO
yır, lütfen bizimle içeri gel!” diyerek rica etmeye başladılar.
İçeri girmeyi gerçekten istemiyordum. II. Dünya Savaşından sonfj Müttefik kuvvetlerin askeri komisyonunun İtalya’da bizi maruz bıraktığ, zorunlu sorgulamalardan beri bütün resmi dairelerden ve müdürlüklerden nefret ediyordum. Bu nedenle, onlarla içeri girmeyi reddetmeye çalıştın, ama kolumdan tutup kendileriyle birlikte içeri girmem için yalvarmaya başladılar, neredeyse beni sürüklediler.
Binaya yaklaştığımızda kapının kapalı olduğunu görüp çaldık. İçeriden bir ses geldi, kim olduğumuzu, ne istediğimizi sordu. Hâlâ kimseyi görmüyorduk. Besbelli bu tek yönlü bir aynaydı. Fatima kim olduğunu, kendisini Washington’daki Rusya elçiliğinin gönderdiğini açıkladı.
Birkaç dakika sonra orta yaşlı bir kadın dışarı çıktı, bizi başka bir odaya çağırdı, oturacak yer gösterdi. Karabit’le Fatima’ya soru sormaya daha yeni başlamıştı ki içeri uzun boylu bir adam girdi, oturup yüzünü gazeteye gömdü. Dinlemek için geldiği besbelliydi, her zaman her yerde bulunan KGB’nin o günlerde dillere düşmüş görevi... Adını hatırlayamadığım kadın ziyaret nedenimizi sordu, Fatima açıkladığında bizi Tovariş Borodin’e göndereceğini söyleyip gitti.
Tovariş Borodin hızla geldi, selam verdi. Otuzlu yaşların sonunda, orta boyluydu. Sorunla ilgili bilgilendirilmiş olmalıydı, çünkü Karabit’e bakarak durdu, onun için ne yapabileceğini sordu. Karabit sorunu açıklamaya başladı ama kendisini Rusça ifade edemeyince Çerkesçe Fatiraa’ya bu işi devralmasını söyledi. “Tovariş Borodin” dedi Fatima, sesi korkudan titriyordu, “sorunumuz şu: Deduşka}^'^ hükümetimizin resmi izniyle bir araba alıp bana hediye etmek ya da bu olanaksızsa yurda dönerken Moskova’da yalnızca araba almam için bana 5000 dolar vermek isliyor.”
“Bu durumda parayı alıp dönün!” dedi, kaba ve gözdağı veren bir ses tonuyla. Hem Fatima hem de Karabit, ne diyecekleri bilemeden korkuyla ona baktılar.
Araya girerek, “Bugünlerde kim nakit parayla yolculuk ediyor, Tovariş Borodin.^” dedim.
“Haa!” dedi. “Bu insanlar, döner dönmez sizi duvara yaslayıp ağzınıza tabanca sokacaklarını, paranızı alacaklarını sanıyorlar!”
Benim Rusya’dan geldiğimi biliyor, diye düşündüm. “Tovariş Borodin” dedim, “parayı nakit alırsa kaybedebilir, çaldırabilir. Üstelik Moskova’daki yetkililer parayı araba alması için dedesinin verdiğine inanmayabilirler. Bu nedenle, Tovariş Borodin, dedesinin ona bu parayı kesinlikle
165Dedufka - Dede.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 42.I
araba alması için huzurunuzda verdiğine dair yazılı ve imzalı bir açıklamada bulunmak gibi bir yardımseverlik gösterir miydiniz?”
“Bunu yapamam” dedi. “Ama dedesi Moskova’ya giderse ona araba alabilir. Oraya giderseniz, Moskova’dan araba alıp oradaki herhangi bir arkadaşınıza ya da akrabanıza hediye edebilirsiniz!”
“Bu nasıl bir yasa, Tovariş Borodin?” dedim. “Sistemi beğenmediğim için Sovyetler Birliği’ni terk ettim. Ağabeyim Kızıl Ordu’ya gönüllü katıldı, 11. Dünya Savaşı’nın başından sonuna kadar Sovyetler Birliği’ni kan döküp savunarak Almanlarla savaştı. Şimdi, bende Amerikan dolarları olduğu için Moskova’ya gittiğim gün araba almama ve ağabeyime hediye etmeme izin veriyorsunuz. Ama kendisi araba almak isterse sırası gelinceye kadar on yıldan daha uzun süre bekletiyorsunuz! Nasıl yasa bu? Yurttaşlarınıza duyduğunuz saygıyı gösteriyor!”
“Ben siyasete değil, ticarete bakıyorum” dedi, Karabit’in sorununu Moskova’ya sormaya, cevabı birkaç gün içinde bize bildirmeye söz verdi.
Tovariş Borodin Moskova’dan cevap alamadan Fatima’nın yurda dönme zamanı hızla yaklaşıyordu. Karabit bana, Rusya’ya 25.000 doları nasıl gönderebileceğini sordu. Konuyu yeterince bilmediğim için, Chase Bankası’nın Park Caddesi’yle Altmışıncı Sokak üzerindeki şubesinin birinci başkan yardımcısı Bayan Mary Lynch’e götürdüm onu. Aynı soruyu ona sorduk. Bankasının Rusya’daki hiçbir bankayla resmi sözleşmesi ya da temsilciliği bulunmadığını ama Chase’in Rusya’daki bankalara para gönderdiğini söyledi. Birileri, Rusya’daki herhangi bir bankanın kendilerine gönderilen parayı ödemediğinden şikâyet ederse ya da ettiğinde, Chase bankaya bir iki soruşturma gönderiyor, banka adına para gönderilen kişiye söz konusu miktarı ödüyordu. Karabit mevcut koşulların kabul edilebilir olduğunu düşündü. Ertesi gün Chase Manhattan Bankası aracılığıyla Fatima Kabardokova’nın, SSCB Kabardey-Balkar’nm başkenti Nalçik’teki bankada bulunan vadesiz hesabına 25.000 dolar gönderdi. Kısa süre sonra Fatima bizden ayrıldı, banka işleminin bir kopyası, pahalı giysiler ve mücevherle dolu iki hediye bavulu, arabayı alacağı 5000 dolar nakitle Sovyetler Birliği’ne döndü.
Suad’la Tanışma
Şahançeri’yle Zekia Amman’dan bir Çerkeş kızını konuk ettiklerini söyleyerek bir akşam beni evlerine davet ettiler. Konuk kız olduğu için değil.
42.2. KADİR NATHO
Ürdün’deki Çerkeslere, genelde Ürdünlülere ö/cl bir saygım olduğu jçj^ geri çeviremedim. Kuşkusuz bunun nedeni, Kafkasyalı Çerkeş sığmnij. cılarm ülke halkından, hem Çerkeslerden, hem Araplardan gördüğümü/ olağanüstü konukseverlikti. Konuk Suad’ti. Otuzlarında, mütevazı, gü^f] bir Çerkeş kızıydı, öğretmendi. Haşan İjak’la (Kaytıko) evli olan, New Jersey’nin Paterson şehrinde yaşayan kardeşi Linda’yı ziyaret etmek için Amerika’ya gelmişti. Suad’ı Amman’dan tanıyan Zekia Liy, ona Paterson’da rastlamış, New York’taki evine davet etmişti.
Ertesi gün Şahançeri, Zekia ve ben Suad’ı Janette ve Ahmed Harun’la (Hahu) tanıştırdık, grup halinde birlikte gezmeye başladık. Bir süre hoş zaman geçirdik ama zaman hızla akıp gidiyordu, bir gün Suad kısa süre sonra Amman’a döneceğini söyledi bana.
Anne’in ölümünden birkaç yıl geçmeden evlenmeye o tarihe kadar niyetim yoktu. Ancak Suad’ın bana verdiği haber, o akşam eve geldiğimde bütün gece beni düşündürdü... Er geç bir gün biriyle, tercihen bir Çerkeş kızıyla evlenmem gerektiğini düşündüm. Son birkaç gün içinde Suad’la geçirdiğim zaman bana onu daha yakından tanıma şansı vermiş, aslında beni ona çekmişti.
Mütevazılığı, sevecen huyu, nezaketi, Çerkesçe bilmesi hoşuma gidiyordu. Şimdi Suad’ın gitmesine izin verir de üç yıl sonra başka biriyle evlenmeye karar verirsem, Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerden birine, büyük olasılıkla Amman’a gidip gelin arayacaktım. Biriyle tanıştırılacak, hoş bir kız olduğu söylenecek, sonuçta hakkında hiçbir şey bilmediğim tamamıyla yabancı biriyle evlenecektim... Bu düşünce beni rahatsız etti. Daha da kötüsü şimdi Suad’ın yurduna dönmesine izin verirsem başkasıyla evlenebilirdi, onu bir daha göremezdim. Buna izin veremezdim, (ruhu şad olsun) Anne’in durumumu anlayıp çabuk karar verdiğim için beni bağışlayacağını umarak, Suad’ın gitmesine izin vermemeye karar verdim.
Suad'a Evlenme Teklifim
Kabul etmemesinden korkuyordum ama cesaretimi topladım, onu tanıdığım için ne kadar şanslı durumda olduğumu açıkladım, tanıştığımızdan bu yana onu çok beğenmeyi öğrendiğimi söyledim, Ürdün’e gitmektense benimle evlenip Amerika’da kalmasını söyledim.
O da beni beğendiğini söyleyince çok şaşırdım. Ama bana son cevabım vermeden önce babasının rızasını almak istediğini söyledi. O akşam Liy-lerin evinden babasını arayacağını söyledi, ararken yanında olmamı istedi. Orada olmayı canı gönülden kabul ettim. Telefonu çevirip, Ürdün de
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 423
geleneksel olarak Abu Yusef denen babası Abdullah Nabas’la konuşurken yanında oturdum. Babası telefonu açtığında, Suad onu selamladı, arkadaşının kendisiyle konuşmak istediğini söyledi, ahizeyi bana verdi.
Ahizeyi ondan aldım ama duraksadım, ne diyeceğimi bilemiyordum. Sonunda babasını selamladım, “Sizinle geleneklerimizi çiğneyerek konuştuğum için beni bağışlayın Abu Yusef. Çerkesim, Amerika’dayım. Burada kızınız Suad’la tanıştım. Onu beğendim, o da beni beğendiğini söylüyor.” “Siz onu o da sizi beğendiyse benim ne dememi istiyorsunuz?” “İzninizi ve onayınızı istiyoruz, thamata maf!” dedim.
“İyi şanslar!” dedi. “Allah’ın lütfü üzerinize olsun.”
“Teşekkürler, thamata maf!” dedim. “Teşekkürler!”
Nikâhımız
Neyse ki Suad evlenme teklifimi kabul etti, 17 Temmuz 1981’de New Jer-sey’nin Paterson şehrinde, Suad’ın kardeşi Linda’nın ve eşi Ghasan Kaytı-ko’nun evinde îslami evlenme sözleşmemizi, nekiahmızıyazdık önce. Aynı günün akmamı Katya Subzoko’yla diğer arkadaşlar Suad’ı arkadaşlarım Bo-ris ve Aida Koble’nin evine götürdüler, burada yakın arkadaşlardan oluşan küçük bir grubun katılımıyla küçük ve sakin bir düğün töreni yapıldı.
Suad’la ben 27 Temmuz 1981’de New York belediye sarayında resmen evlendik, birlikte olmaktan sonsuz keyif aldığımız mutlu yaşamımıza başladık. Böyle sevgi dolu, mütevazı, düşünceli ve nazik bir Çerkeş hayat arkadaşına sahip olma lürfuna eriştiğim için son derecede mutluydum.
Bunun ötesinde, çözmem gereken bir sorun vardı. Suad’ın Ürdün’e dönmesi gereken zaman yaklaşıyordu. Buna izin verirsem, onu yasal yollardan Amerika’ya geri getirebilmem iki yıl kadar sürerdi. Sorun, Amerika’da kalmasını nasıl sağlayabileceğimdi. Bunu tartışırken Kerim Subzoko, New Jersey Eyaleti’nde oturduğumuzu iddia edersem yasal yollardan bana bunu ayarlayabileceğin? söyledi. Ona teşekkür ettim, çünkü I959’dan beri New York’ta oturuyordum ve yalan beyanda bulunma fikri bana cazip gelmiyordu.
O an Ruslan Bjasso bu konuda endişe etmememi söyledi. “Suad’ın gidiş tarihinden birkaç gün önce göçmen bürosuna gidip “seyahat belgesi”"''’* başvurusu yap, size verirler” dedi. Arkadaşımın neden söz ettiğini bildiğini varsaydım, fikri beğendim, Suad’ın bu ülkede benimle birlikte kalması için Göçmenlik ve Vatandaşlık Bürosu’ndan yasal izin almayı ertelemeye karar verdim.
166Seyahat belgesi; ABD’de daimi oturma izni ve geçerli göçmen vizesi bulunmayan yabancılara, yurt difina çıktıktan sonra ABD ye yeniden girebilmeleri için verilen belgesi (Ç.NJ
42-4 KADİR NATHO
Seyahat Belgesi
Gitme vaktimizden birkaç gün önce Ürdün’e uçak biletlerimizi aldı|^ Göçmenlik ve Vatandaşlık Bürosu’na seyahat belgesi başvurusunda bu. lunduk ama bunun, beklediğimizden çok daha güç olduğu ortaya çıb, Görevli açıkça, ancak olağanüstü acil durumdaki insanlara seyahat belge, si verdiklerini söyledi.
Bu nedenle ona, halayımızın ortasındayken acilen Ürdün’e gitmek zorunda kaldığımızı, çünkü eşimin annesinin hastanede kritik durumda olduğunu haber aldığımızı, ölmeden orada olmaya çalışmamız gerektiğini söyledim.
Bu durumda kendisine, yerel hastane doktorlarının hastanın kritik durumda, ölmek üzere olduğunu belirten yazılı beyanını getirmemiz gerektiğini söyledi. Beyanın yanında. Sağlık Bakanhğı’nın mühürlü ve imzalı onay yazısıyla, bankadaki en son hesap durumumun, federal ve eyalet vergi ödentilerimin bir kopyasının, evlenme iznimin de bulunmasını vurguladı.
Eve gelir gelmez, Suad’ın Ürdün’deki kardeşi Sadiye’yi arayıp durumu anlattık. İki gün sonra, hareket edeceğimiz gün, istenilen bütün belgeleri, ayrıca bir telgrafla Ürdün Haşimi Krallığı’nın Sağlık Bakanı’nın imzalayıp mühürlediği devlet hastanesi doktorlarının yazılı beyanını yanımıza alarak Göçmenlik ve Vatandaşlık Bürosu’na gittik. Sonunda sıramız geldiğinde görevli bizi kabul etti, kendisine verdiğim bir yığın belgeden yalnızca bankanın beyanını aldı.
“Öbür belgeleri almıyor musunuz?” diye sordum.
“Birini görünce neye ihtiyaç duyduğumu bilirim ben” dedi, kendisine önemli bir hava vererek ve bizi başka bir odaya gönderdi.
O odadaki görevli rastlantı eseri kırklı yaşlarda zarif bir hanımdı. Belgelere baktı, bizimkine benzeyen durumlarda seyahat belgesi vermediğini söyledi.
Suad’ı göstererek, “Ama annesi acil serviste... ölmek üzere!” dedim.
“Annem yirmi yıldan beri ölmek üzere ama hâlâ sağ!” dedi kararlı bir sesle, acil servisin bütün belgelerini bir kenara itti, doğru düzgün bakmadı bile.
Duygusuzdu, kararında sebatlıydı. “Merhametli hanımefendi” dedim, “ölmek üzere bulunan anne konusunda belki haklısınız. Ama şuna bakın.” Evlenme iznimizi göstererek, “Evlendiğimizden bu yana iki hafta bile olmadı. Onu Ürdün’e geri gönderip iki yıl beklemek istemiyorum. Lütfen bize acıyın, seyahat belgesi verin!” diye yalvardım.
“İş değişti” dedi gülümseyerek, seyahat belgesini verdi.
AMERİKA'YA 425
Cüzdamtm Geri Almam
Seyahat belgesini alıp Göçmenlik ve Vatandaşlık Bürosundan çıktığımızda saat 16.00’ydı. Şehirde trafiğin en yoğun olduğu saatlerdi, metro tıka basa doluydu, taksi bulmak söz konusu değildi, trafik adım adım ilerliyordu. Yine de biz Şahançeri Liy in Broadvvay 145. Sokak’taki evine gitmek, valiz hazırlamak ve 21;00’de JTF Havaalanında olmak zorundaydık.
Yolcularla tıka basa dolu bir otobüse bindik, arkadaşımın evine doğru gitmeye başladık. Bir süre sonra yolculardan biri bir durakta otobüsten indi. Suad’ı onun yerine oturttum, otobüsün kayışını tutup, yüzüm ona dönük, ayakta durdum.
Çok geçmeden siyah genç bir çift bindi, yanımda durdu. Kadın sağımda, kule gibi uzun, bana tepeden bakan genç adam arkamdaydı. New York yaşamından öğrendiğim için, kalabalık metrolarda ve böyle kalabalık otobüslerde neler olabildiğini bilerek tetikte olmaya çalıştım.
Siyah genç ve güzel hanım duraklardan birinde inecekmiş gibi benimle Suad’ın arasından geçmeye çalıştı, ona yer açmak için arkaya eğilmek zorunda kaldım. Yine de hemen fikrini değiştirip eski yerine döndü. Mekanik olarak, işaret parmağımın ucuyla pantolonumun arka cebine dokundum, cüzdanımın gittiğini anladım, içinde beş yüz dolar kadar parayla birkaç belge vardı. Hızla arkama dönüp baktım ama siyah uzun genç adam artık arkamda değildi. Sağıma baktım, otobüsün orta kapısına doğru gittiğini gördüm, arkasından yetiştim. Neyse ki kapı o inmeden
önce kapandı, otobüs teklif ’ Çrar hareket etti.
,w Adamı yakaladığımda
kapıya giden iki basamağı inmişti, yine de yüzü bana dönük, kule gibi tepemden bakarak orada duruyordu. Omzunda dikkat çeken bir çanta vardı. Yakasına yapıştım, kapıya ittim, tehdit edercesine, “Cüzdanımı ver!” dedim.
Suad Central Park’ta, Manhattan, Haziran 1981
“Ne cüzdanı.^” dedi, korkmuştu.
Otobüsteki kalabalık
bana bakıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder