erotik shop ve cerkes bilgileri77
Adamı sertçe kapıya çarptım, öfkeyle, “Cüzdanıma geri ver, yoksa boynunu koparırım!” diye bağırdım. Aynı zamanda çantasının çalınmış cüzdanla dolu olması gerektiğini düşündüm.“Cüzdanın orada!” dedi, korkuyla ve otobüsün arkasındaki zemini gösterdi.Niyetinin dikkatimi başka yöne çekip beni bıçaklamak olmasından kuşkulanarak, başını kapıya çarpıp arkama baktım. Haklıydı, cüzdanım açılmış, otobüsün zemininde duruyordu. Peşinden gittiğimi fark edince oraya atmış olmalıydı. Gidip cüzdanımı aldım, içine baktım. Bütün para ve belgeler içindeydi, dokunulmamıştı.
Cebime koydum, genç adamın yanına gittim. Yolcular gülümseyerek bana bakarlarken havaya kaldırdığım işaret parmağımı yüzüne doğru salladım, ciddi ciddi, “Bir daha bunu yapmaya kalkışma!” dedim.”
Eminim, çantasında çalınmış başka cüzdanlar olmasaydı, ona böylt davranmama katlanmazdı.
Suad’ın yanına gittiğimde, nerede olduğumu sordu. Ne yaptığımı an lattım, sonra “Sen yanımda olmasaydın, çalınan cüzdanımı nasıl geri al dığıma kimse inanmazdı!” dedim.
On Altmcı Bölüm
SUAD’lA ÜRDÜN’E DÖNÜŞ
Suad’la Amman’da
Suad’la ben o gece saat 23:00’te JFK Havaalanından Ürdün Kraliyet uçağına bindik, yerel saatle 15:00’te Amman Havaalanına vardık. Kızlı erkekli bir düzine çocuk, neşeyle gülerek ve "'Halto “Amo Ka-
diye bağırarak koşup bize içtenlikle sarılmaya başladığında biz hâlâ gümrükteydik. Şaşkınlığımı fark eden Suad, onların kız ve erkek kardeşlerinin çocukları olduklarını söyledi.
Biz gümrükten çıkar çıkmaz Suad’ın kız ve erkek kardeşleri - erkek kardeşleri Yusef, Valid, Faruk; yengeleri Nimet’le Suad; iki kız kardeşi Sadiye yle Lena; enişteleri Muhammed-Hayr Hakuz’la Valid Savay- karşılamaya geldiler.
Dışarıda birçok araba bekliyordu, arabalara binip Suad’ın annesiyle babasının Amman’ın Cebel el Tac bölgesindeki evine gittik, ikinci kata çıktık. Bütün aile toplanmıştı. Merdivenlerde koşup oynayan çocukların gürültüsü bende okulda olduğumuz izlenimini yarattı.
O akşam Suad’ın annesiyle babasının evi, bu mutlu olayı Nabas ailesiyle paylaşmaya gelen konuklarla doldu. Aralarında Suad’ın varlıklı kıı-
167HaJto Suad - Suad teyze, Suad hala
168Amo Hadir - Kadir enişte
428 KADİR NATHO
zini Hakli ve eşiyle, Ürdün ordusunun seçkin generali Muhammed İshak Hakuz da vardı. Muhammed İshak Hakuz bir süre oturup sohbet ettikten sonra kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Kolayca tanınabilen bir yüzü vardı ve bilinen özelliği ziyarete gelenlere yaklaş-mamasıydı.
Gülümsedim. “Sizi ya da Hayfa’da bizim için gösterdiğiniz iyiliksever kahramanlığı nasıl unutabiliriz, Muhammed İshak Başa.^” dedim.
Yüzü ışıldayarak, “Hatırlıyor musunuz.^” diye sordu.
“Hayfa’da bütün askeri kariyerinizi riske atarak gemide bizimle birlikte bulunan yedi kaçak Çerkeş sığınmacıyı karaya çıkardığınızı asla unutamayız. Amerika’da her buluşmamızda her zaman sizi sevgiyle anıyoruz” dedim. “O zaman sahil güvenlikte genç bir subaydınız.”
“Evet” dedi, sözümü keserek. Kerim Subzoko’nun, İtalya’nın Napoli şehrinde gemiye gizlice giren yedi Çerkeş sığınmacıyı Hayfa’da karaya çıkarmanın bir yolunu bulmasını istediğinde kendisini ne kadar güç durumda bıraktığını söyledi. Yedek bir kask ve yağmurluk alarak sahil güvenlik botuyla gemiye geldiğini, bunları sığınmacılardan birine giydirdiğini, onu gizlice bota bindirip karaya çıkardığını, sonra hepsini sağ salim karaya çıkarıncaya kadar defalarca geri geldiğini ayrıntılarıyla yeniden anlattı.
O akşam sohbet ederken ilginç bir olay daha ortaya çıktı. Suad’ın teyzesi Salihat, (Asad Hamtoh’un oğlu) Muheddin Hamtoh’la evliydi ve Ha-lul adında bir kızıyla Salah ve İmad adlarında iki oğlu vardı. Büyükbaba Asad Hamtoh, yalnızca bir zamanların Amman belediye başkanı değildi, Ürdün Haşimi Kralı Abdullah’ın yakın arkadaşıydı da. Dolayısıyla, Prens Tallal bin Kral Abdullah’ın oğlu Prens Hüseyin Haşimi Kraliyet ailesine
Suadgelinliğinin içinde
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 42.9
doğduğunda onu Salihat Hamtuk emzirmişti. Bu nedenle, doğal olarak, Halul Hamtuk Prens Hüseyin’in kız kardeşi, Salah ve İmad Hamtoh da erkek kardeşleri olmuşlardı. Prens Hüseyin Ürdün kralı olduktan sonra bile, Majesteleri onlara, özellikle büyük saygı gösterdiği, “ağabeyim” dediği Salah Hamtoh’a her zaman ailenin bir üyesi olarak davranmıştı! İmad Amerika’ya giderek Oklahoma’ya yerleşmişti ama Halul kraliyet ailesine yakından bağlıydı, her zaman saraydaki resepsiyonları denetliyordu.
Ertesi gün Suad’ın annesiyle babasının evine bir fotoğrafçı çağrıldı, aileyle birlikte fotoğraf çektirmek için giyinmemiz gerekti.
O akşam Halid Yusef Şukri (Natho) Suad’ın annesiyle babasının evine, bizi görmeye geldi. Korkunç değişmişti, bana selam verirken gözleri yaşla dolmuştu. Sol yanına inme inmişti, ikinci katın merdivenlerini büyük güçlükle çıktı. Mabatta tren istasyonunda birlikte çalıştığımız günleri hatırladım. Filistin’den yeni gelmişti, genç ve dinçti, o tarihte yeni evlenmişti. Her gün iş bittikten sonra bıkmadan Amman sokaklarını keşfe çıkıyor, arsa bakıp alıyor, beni de aynısını yapmaya teşvik ediyordu. Filistin’de geçirdiği birkaç yıl ona açıkgöz bir iş adamı olmayı öğretmişti kuşkusuz, çünkü farklı iş adamlarıyla ortak da oluyordu. Çok sayıda arsa ve ev almakla kalmamış, terzi dükkânı sahibi de olmuştu. Beni aynısı yapmaya her zaman teşvik etmişti. Ben, Amerika’ya giderken, kendisinden bir hediye olarak, terzi dükkânına takım elbise siparişi vermeye ikna etmişti. Şimdi varlıklıydı, iki oğluyla bir kızı vardı — Valid, Ahmed ve Rağda.
Amman'daki Değişim
Amman’da kaldığımız daha sonraki günler işle ve keyifle dolu geçti. Arkadaşlarımızın ve akrabalarımızın sonu gelmeyen davetleri arasında Suad’ın, hükümetin okul sisteminde öğretmenlik yapmaktan resmen emekli olup, emekli aylığı almaya başlaması için Ürdün Eğitim Bakanlığı’na gidecek zamanı bulması gerekiyordu. Ürdün okul sisteminde yirmi yıl öğretmenlik yaptığı için yasal olarak emeklilik hakkı kazanmıştı. İş ve davetler arasında, yirmi beş yıl önce Ürdün’den Amerika’ya göç ettiğimden beri görmediğim, Ürdün’deki akrabalarımı ziyaret etmemiz de gerekiyordu.
Bu süre içinde Amman’da her şey tanınmayacak kadar değişmişti. Ürdün’ün başkenti o kadar büyüyüp genişlemişti ki şehir dışındaki Çerkeş köyleri — Vadi-Sir, Sveilah, Reseifa ve Naur — adeta şehrin bir bölümü haline gelmişti. Kevser Jaji’yle annesi Bramhan dışında akrabalarımın hiçbiri artık Amman’ın Şapsığ Mahal’linde oturmuyordu.
430 KADİR NATHO
Kevser Jaji’yle Bramhan artık Hajaja’nın evinde oturuyorlardı. Su ad’la ben eve girdiğimizde, hoş olmayan bir sahne bizi biraz şaşırttı önce Bramhan önümüzdeki yatağında oturuyor, Kevser sağdaki duvarın önün, deki başka bir yatakta yatıyordu. Onlara selam verdim, Bramham’a sarıldım. Alnından öptüm, “Kimsin sen?” diyerek beni itmeye çalıştı.
Sonunda, “Tanımadın mı beni, Um Yusef?” diye sordum.
Kevser yatakta doğrularak, “Hâlâ yaşıyorsa Kadir’in sesi olmalı bu!” dedi,
“Kevser haklı. Um Yusef. Sizi görmeye geldim” dedim.
“Sen, hâlâ yaşıyor musun, oğlum? Senden haber almayalı o kadar uzun zaman oldu ki Amerika’nın bir köşesinde öldüğünü düşündüm. Yanındaki güzel hanım kim?” diye sordu, Kevser, kolumdan tutarken, iki kızı da yanımıza geldi.
Suad’ı onunla tanıştırdığımda Um Yusef bizi kutladı, yeni gelinimin annesiyle babasını iyi tanıdığını söyledi, birlikte mutlu bir yaşam diledi, ikimizin de yanına oturmamızı istedi. Kolumu yavaşça okşayarak kendisinin ve Kevser’in hasta olduklarını söyledi, içinde bulundukları durumdan ötürü özür diledi. Gözleri yaşla doldu, arkadaşlarım YusePle AbuYu-sef’in yıllarca önce öldüklerini, kendisiyle Kevser’in uzun zamandan beri Kevser’in eşi Hajaja Zeki’yle birlikte yaşadıklarını açıkladı. Sonra belli belirsiz bir gülümsemeyle, “Bize bakan bu iki güzel kız onların” diye ekledi.
Bize acele bir şeyler hazırlamaya çalışan Kevser’e seslendim, diğer akrabalarımızı, özellikle de diğer Natho ailelerini görmeye can attığım için ancak bir fincan kahve içecek zamanımız olduğunu söyledim. Önce, kendileriyle daha çok zaman geçirelim diye ısrar ederek karşı çıktılar ama sonunda beni anladılar. Biz kahve içerken Hajaja geldi, çok sarhoştu. Bir an duraksadı ama sonra beni tanıdı, sarıldı. Büyük bir saygıyla Şuada da selam verdi. Bundan sonra, sarhoşluğunu belli etmemeye çalışarak iki eliyle kollarımdan tutup, “Kadir, Kadir! Polisi hatırlıyor musun... Büyük Cami meydanındaki?” dedi.
Başımla onayladım. Düşüncelerini güçlükle ifade ediyordu ama hâlâ yakışıklıydı. Bana gençliğinde sevilen Çerkeş futbol şampiyonunu hatırlatıyordu. “Seni gördüğüme sevindim, iyi dostum Hajaja” dedim, onlardan izin istedim, tekrar görüşeceğimize söz vererek onlardan ayrıldık.
Akrabalarımı Cebel Şmeysani’de buldum. İki Natho ailesinin üyeleri evlenip varlıklı geniş bir aşiret olmuşlardı. Cebel Şmeysani’deki tarım alanları artık şehrin bir parçası, hatta şehrin merkezi haline gelmiş, fiyatları birden hızla yükselmişti. Dolayısıyla, hepsi yeni evler yaptırmış, Şapsığ Mahal’den taşınmış, ayrı ayrı aileler halinde ama aynı çevreye yerleşmişti.
Yusef Şukri’nin ailesinden yalnızca büyük oğlu Halid’le kardeşi Nazmiye, ben Ürdün’den gittikten kısa süre sonra evlenmişlerdi. Dört kız kardeşimizin üçünün — Samiye, Nazik ve Huda- ve iki erkek kardeşimizin —Ghaleb ve Muhammed-Hayr evlendiklerini öğrenmek beni sevindirmişti. Ancak Ramuz hâlâ genç bir kızdı. Yalnızca Ghaleb’in beş oğluyla iki kızı vardı.
Suad’la ben önce Halid, Ghaleb ve Samiye’nin ailelerini ziyaret ettik, her biri etkileyici birer ev yaptırmıştı. Bu vesileyle hepsi diğer bütün kardeşlerini davet ettiler, bize ailenin bir parçası olduğumuzu hissettirdiler.
Sonra, Natho ailelerinin atası Haşan Şukri Natho’yu ziyaret ettik. Beş oğluyla bir kızı vardı, hepsi evlenip aile sahibi olmuştu. Belki hiç kimse ömrü boyunca mal varlığını Hasan’dan daha cömertçe oğullarıyla pay-laşmamıştır. Cebel Şmeysani’de onlara beş ev, daha doğrusu malikane yaptırmıştı. Hepsi Amman’ın Medina Readiyebakıyor, oğullarının yaşlarına göre soldan sağa sıralanıyordu. Bizi oraya götüren oğullarından biri, Muheddin, yaklaştığımız sırada bize evleri gösterdi. Evlerin önünde, o günlerde çok zengin olmanın simgesi olan, pahalı iki üç mersedes park etmişti. Dahası Haşan Şukri’ye ait olan Medina Readiye’yle evlerin arasında geniş boş bir arazi uzanıyordu. Muheddin Şukri, Medina Readi-ye sayesinde, geniş gayrimenkullerinin bedelini büyük ölçüde artıran bir elektrik kablosuyla telefon direkleri yapmıştı geçenlerde. Muheddin, zarif ev grubuyla Medina Readiye arasında yer alan, içinde Avrupa’nın değişik ülkelerinden, özellikle Yunanistan, Almanya ve İtalya’dan ithal ettiği ağaçlar, çalılar ve çiçekler bulanan geniş serayı da gösterdi.
Haşan Yusef Şukri Natho, birinci evde oturan en büyük oğlu Gazi’yle yaşıyordu. Gazi ve zarif eşi Fadilet bizi sıcak karşıladılar. Mermer merdivenlerden çıkarıp kapılardan geçirerek, duvardan duvara pencerelerinin seraya ve arkasındaki Medina Readiye’ye baktığı geniş salonlarına götürdüler. İçeri girdiğimizde Haşan Şukri oturmuş Kuran okuyordu. Gazi sevgiyle gülümseyerek o günlerde babasının yaptığı tek şeyin, iki haftada bir başından sonuna kadar Kuran okumak olduğunu söyledi.
Bir süre sonra Haşan geldi, yüzü ışık saçıyordu. İyi eşinin onu ve bu dünyayı terk etmesine karşın Haşan ’ın sağlığı yerindeydi, dinç duruyordu. Yanıma oturdu, sağlığımızı, Amerika’daki yaşamı ve bu yaşamın bize nasıl davrandığını sordu.
O ve oğulları için yaşam olağanüstü iyi gidiyordu. Gazi ordudan emekli olmuş, Ceraş yakınında meyve bahçeleri dikmekle meşguldü. İkinci oğlu Seyfeddin Avrupa’yla ticaret yapıyordu. En küçük oğlu İzed-
169 Medina Readiye — spor kompleksi
/|2:> KADİR NATHO
din uluslararası hukuki, uzman olmuş, Fransa'j* UNESCO’da çalış^yorcl^
Aktn Yüzük Olayı
Bir gün Amman’ın Şap. sığ Mahal’inde yürürken bir kuyumcu dükkânında sergilenen malların mükemmel işçiliği dikkatimizi çekmiş, onlara bir süre dışarıdan hayran kaldıktan sonra içeri girmiştik. Genç satıcı çok kibarca bizi buyur ederek güven veren bir gülümsemeyle bizim için ne yapabileceğini sordu. Beğendiğimiz altın yüzüğü gösterdiğimizde, ona göre, on sekiz ayar altından, tasarımı ve işçiliği daha zarif başka yüzükler göstermeye başladı. İkimiz de bir saatten fazla inceleyip
Suad ve ben, Amman’a giderken, JFK Havaalanı’nda, 1981
Soldan sağa, oturanlar: (1) Aliya Arhağa, (2) (Suad’ın babası) Abdullah Nahoş, (i ben, (4) Hinada Hakuz, (5)SuadA. Natho, (6) (Suad'tn annesi) Zuriyet Nahoş, (7) Nimet Nabas, (8) Rana Savay; oturanlar: (9) Valid Savay, (10) Muhammei-Hayr Hakuz, (II) Nancy Hakuz, (12) Sadiye Hakuz, (13) Nadia Hakuz, (U) Suat Nabas, (15) Lena Savay.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 433
denedik, sonunda biri Suad, öbürü benim için iki yüzük seçtik, taktık, beğendik ve fiyatlarım sorduk, ödemeyi dolarla yapmaya çalıştık ama Ürdün dinarıyla ödeme yapmamızı tercih edeceğini söyledi, döviz bürosunu n yerini tarif etti.
Yardımına teşekkür ettik, kısa sürede döneceğimizi söyledik, döviz bürosuna gittik. Orada dolarları Ürdün dinarına çevirttik, Suad ansızın “Aman Tanrım!” diye bağırıp şaşkınlık içinde bana baktığında kuyumcu dükkânına gidiyorduk.
“Ne oldu, Suad? Ne var?” diye sordum.
Parmağındaki akın yüzüğü göstererek, “Yüzük!” dedi. “Çaldığımı
düşünecekler!”
Kendi elime baktım, altın yüzüğü gördüm. “Bak!” dedim, ona göstererek. “Yalnız değilsin. Ben de aynısı yapmışım. Çok profesyonelce yapmış gibi görünüyoruz! Altın yüzükleri taktık, ‘Döneceğiz!’ diyerek dükkândan çıktık. Bunu yapmamıza nasıl izin verdiler?”
Suad, “Geri dönelim! Çabuk!” dedi, hâlâ şaşkındı, hızla dükkâna geri döndük.
Genç satıcı aynı hoş gülümsemeyle bizi karşıladı.
Suad, “Yüzüklerle gitmemize nasıl izin verdiniz?” diye feryat etti. “Sanki... çalmışız gibi! Ne rezillik!”
Genç adam gülümseyerek, “Geri geleceğinizi biliyordum” dedi. “Çer-keslerin böyle bir şey yapmayacağını biliyorum.”
Suad, kuzini Halul Hakuz ve ağabeyi Yusef Nabas’la.
Unutulmaz Gtintş
Suad’la ben Amman’a 25 Ağustos 1981’de geldik, günde üç dört kez bizi meyve bahçelerinde ve villalarında pikniğe, evlerinde ve değişik restoranlarda öğle ve akşam yemeklerine davet eden akrabalarımız ve arkadaşlarımızla harika zaman geçirerek 29 Eylül’e kadar kaldık. Sevgili akrabaları-
434 KADİR NATHO
Suad’tn kardeşi Faruk Nabas ve biz.
mız ve arkadaşlarımızla geçirdj-' zamanın büyük keyfinin yanf""'* Suad yolculuğumuzun iş bölümü i tamamlamıştı. Eğitim Bakanlığ,'J dan resmen emekli olmak için zamaı, bulmuş, emekli parasının doğrudj,, bankaya yatırılmasını ayarlamış, kar-deşi Sadiye’ye gerektiğinde ve gerekli olursa onu bankadan çekme yetkisi vermiş, yeni arabası Toyota sedanın mülkiyet hakkını babası Abdullah Nabas’a devretmişti.
Ürdün’den ayrılıp Amerika’ya döneceğimiz gün, tipik telaşlı bir gündü. Suad’ın annesiyle babasının evi akrabalar ve arkadaşlarla doluydu. Özellikle bizi uğurlamak isteyen çocuklar çoktu. Suad’ın annesinin ıstarıylakah-
Soldan sağa: (1) Raid Savay, (2) Faridon Nabas, (3) Raafet Nabas, (4) Haibar Nabas, (5) Tamer Arhağa, (6) Hinada Flakuz, (7) Rana Savay, (8) RamiArbaş, (9) kucağımda Firas Nabas’la ben (10) Suad A. Natho.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 435
Hdid Yusef Şukri Natbo (YusefŞukri Nathdnun en büyük oğlu)
valtının arkasından öğle yemeğinde mansaf^ geldi.
Yemekten sonra Suad’la Nat-ho ailelerinin atası Haşan Şükriye hoşça kal demek için koştuk. Gaziyle zarif eşi Fadilet bizi karşıladılar, Haşan Şukri’yle oturup sohbet ederken çeşit çeşit yemeklerle sofra kurdular, bizi de katılmaya çağırdılar. Öğle yemeğini henüz yememize karşın, içten konukseverliklerini geri çevirmemek için masada onlara katıldık, yemeklerin birazını yedik.
Oradan acele Zarka’ya gittik. Seçkin Ürdünlü Çeçen Ahmed Akdinin kardeşi, iyi dostumuz Çeçen Murat Akdinin annesi Um Ahmed'ı görmeden Amerika’ya gitmek kaba ve yakışıksız olacaktı. New York’taki Ürdün konsolosluğunda sekreterlik yapan küçük oğlu Murad Akdini ziyarete geldiğinde Um Ahmed’le tanışmıştık. Dahası, Suad’k ben Ürdün’e ilk geldiğimizde bizi ziyaret etmişti.
Zarka’daki evlerine gittiğimizde Um Ahmed bizi gördüğüne son derece sevindi, çok sıcak karşıladı. Hoş gülümsemesiyle, “Ah, ne güzel! Çocuklarım, beni görmeye gelmeniz ne kibarlık!” diyerek bizi salona aldı. Kanepeye oturttu, sağlığımızı sordu, sonra eltisini çağırıp bizi tanıştırdı.
O gün öğleden sonra Amman’dan ayrılıp Amerika’ya gideceğimiz için ona hoşça kal demeye geldiğimizi söyledik.
Eltisi hızla gidip bize soğuk içecekler getirdiğinde Um Ahmed gülümsüyor, kendisini görmeye geldiğimiz için teşekkür ediyordu. Sonra, Gazi’nin evindeki gibi. Um Ahmed, çok değerli konuklarının geleceğini biliyormuş gibi Çeçenlerin sevilen yemeği pişirdiğini söyleyerek birkaç dakika içinde bizi yemek salonuna çağırdı!
Teşekkür edip o gün iki kez öğle yemeği yediğimizi söyledik ama yararı olmadı. Kafkas konukseverliğinin üstesinden gelemedik. Um Ahmed’le eltisi neredeyse ellerimizden tutarak bizi yemek salonuna götürdüler, ye-
UO Mansaf- Ürdün’ün geleneksel pirinçle pişirilen koyun eti yemeği.
436 KADİR NATHO
meğin çoktan getirildiği sofraya oturttular. Ağırlıklı olarak mısır lapası, haşlanmış parça et ve sarımsak sosu vardı.
Yüzü ışıldayarak, “Benim gılnışımı denemelisiniz!” dedi. “Çerkeşmakarnasına benzer biraz. Lütfen yiyin, beğeneceksiniz.” Eltisi ihtiyaçlarımıza dikkat etmeye istekli başımızda dururken Um Ahmed geniş gülümsemesiyle yemeye başladı.
“Çeçen gılnışının daha önce hiç tadına bakmamıştım ama gerçekten lezzetli!” dedim, dimdik oturarak yemeye başladım. Bir tutam baharat katılmış gerçekten lezzetli bir yemekti ama o gün tükettiğimiz yiyecek miktarı nedeniyle artık eğilemiyordum. Suad da yemeği övdü, yemeye başladı ama o da benimle aynı durumdaydı. Um Ahmed’le eltisi daha çok yememiz için ısrar ediyorlardı, keşke oraya boş mideyle gitseydim.
Çok geçmeden gılnışın üstüne salonda hoş kokulu Türk kahvesi içtik, kendisini görmeye geldiğimiz için teşekkür etmeye devam eden Um Ahmed’den ayrıldık. O tarihten sonra sık sık Um Ahmed’in bizi karşılığı güven veren gülümsemesini hatırlar, onunla geçirecek ve doğduğumuz ülkenin, Kafkasya’nın halkına özgü hiç benzeri bulunmayan eşsiz ana sıcaklığının ve şefkatinin keyfini çıkaracak daha fazla zamanımız olmadığına çok üzülürüz.
TV Alma Olayt
Bu olay, Suad’ın annesiyle babası Zuriyet’le Abdullah’ın bizimle biraz zaman geçirmek için Amerika’ya geldikleri 1982 yazında meydana geldi. Ghasan İjak’la (Kaytıko) evli en küçük kızları Linda, New Jersey’nin Prospect Park ilçesinde yaşasa da, New York’ta bizim konuklarımızdılar. Suad’la ben elimizden geldiğince onları arabayla dışarı çıkardık ama Abdullah zarar gören bağ dokusu nedeniyle fazla yürüyemiyor, zamanının çoğunu içeride geçiriyordu (Amman’da o kış selde duvar üzerine çökmüş, dışarı çıkarmaya çalışırlarken baldırlarındaki bütün etleri parçalamışlardı). Çok geçmeden, televizyon izlemeyi sevdiklerini anladık ama İngilizce anlamıyorlardı. Bizde kaldıkları sürece kendilerini daha iyi hissetsinler, Arapça videokasetler izleyebilsinler diye, mülti-sistem bir TV’yle bir vide-okaset kayıt cihazı almaya karar verdik.
Bir gün Ahmed Harun Hahu bizi görmeye geldi. Onu da yanıma aldım, TV ve videokaset kayıt cihazı almaya gittik. Beşinci Caddenin sonunda Kırk Beşinci Sokak’ta bir mağazada ikisini de bulduk. Bana
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA
437
Ghaleb Yıısef Şukri Natho Bu fotoğrafsanıyorum 1970 ’lerde çekildi.
verdikleri fiyat 1300 dolardı. Mağaza yöneticisiyle pazarlık ettim, TV yle videokaset kayıt cihazına hiçbir vergi eklenmeden nakit 1000 dolar ödeyeceğimi söyledim. Sonunda kabul etti, onlar malı ambalajına koyarlarken, fiyatı ödemek için kasiyere gittim.
Kasiyer toplama yaptı, 1100 dolar ödeyeceğimi söyledi. 1000 dolardan fazla ödeme yapmayı kabul etmedim, yöneticiyle yaptığım anlaşmanın bu olduğunu söyledim; sonuçta kavga ettik.
Ahmed’e işaret ettim, çıktık.
Akrabalarıma, arkadaşlarıma ve Rusya’dan gelen diğer konuklarıma hediye olarak çok sayıda stereo ve video kamera aldığım Manhattan’daki mağazalarda da daha önce benzer deneyimler edinmiştim... Bu satıcıların çoğunun ne kadar ahlaksız olabildiklerini bire bir yaşayarak öğrenmiştim.
Ahmed’le ben çevredeki başka birkaç mağaza gittik ve almak istediği-mizJTVyle videokaset kayıt cihazının istisnasız, ilk mağazadakinden çok
daha pahalı olduğunu gördük. “Ahmed” dedim, “haydi, ilk mağazaya gidelim.” “Bizi kovmazlar mı?” diye sordu
“Göreceğiz” dedim, “Haydi, gidelim!” Mağazaya geri döndük. Mağazadan girdiğimi görünce yönetici, “Size bir daha Soldan sağa (oturanlar): (1) Sadiye Nabas, (2) gelmemenizi söyle-
Ödemeyi kabul ettim. TV’yle videokaset kayıt cihazını getirdiler. Kasanın arkasında duran kasiyere gittim, on bir tane yüz dolarlık kâğıt para verdim, sayarak!
Yeniden saydı, yalnızca 1000 dolar verdiğimi söyledi. Benden 100 dolar daha istedi.
Ona 1100 dolar verdiğimi söyledim ama kendisine 1000 dolar verdiğimde ısrar etti. Biz tartışırken, mağaza yöneticisi uzaktan dinliyordu ama mağazadaki diğer altı satıcı çevremizi sardı. Vurgunu kasiyerle paylaşacaklarından emindiler! Gündüz vakti pervasızca yapılan bir soygundu!
Kasiyere karşı çıktım. “Yüz dolarlık kâğıt parayı ya tezgâhın üzerinde bir yere sakladın, ya yere düşürdün ya da cebine koydun, bütün buralara bakacağım, bu sırayla!” Neyse ki o anda mağazaya yapılı, iyi giyinmiş iki Afrika kökenli Amerikalı girdi, bizim ciddi ciddi kavga ettiğimizi fark etti.
Yüz doları tezgâhın üzerinde aradım ama orada yoktu. Sonra tezgâhın kapısını açtım, kasiyerin ayrı bir yerdeki tahtayla kaplanmış bit kafesin üzerinde durduğunu fark ettim.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 459
Yolumu keserek, “Nereye gittiğini sanıyorsun seni” dedi.
“Sana söyledim, gangster” dedim. “Yüz dolarlık kâğıt parayı önce burada, sonra senin ceplerinde arayacağım!” Üzerinde durduğu tahta kafesi gösterdim.
Genç bir işçi çağırdı, işçi tahta kefesi bir ucundan kaldırıp hızla yerine bıraktı. Afrika kökenli Amerikalılar büyük ilgiyle bizi izliyorlardı. Ah-med sararmış görünüyordu ama beni bırakmaya hiç niyeti yoktu.
“Tatmin oldun mu?” dedi kasiyer, titreyerek.
“Alay mı ediyorsun benimle?” dedim, onu kenara ittim, tahta kafesi kaldırdım. İşte, yüz dolarlık kâğıt para oradaydı, ikiye katlanmıştı! Ayağıyla oraya itmiş olmalıydı. Aldım, yüzüne sürdüm. “İşte burada! Seni it oğlu it! Al!” dedim zaferimle övünerek, yüz dolarlık kâğıt patayı tezgâhın üzerine fırlattım. Ahmed’le ben, karton kutulara koydukları TV’yle vide-okaset kayıt cihazını aldık, mağazadan çıktık, taksi çağırdık, eve geldik.
Ahmed bütün olayı hemen Janet’e, Şuada ve Suadin annesiyle bâba-sına anlattı. Bu satıcılar, beni FBI ajanı sanmasalardı asla bırakmazlardı, diye düşündüler.
Yine de o anda o iki Afrika kökenli Amerikalı içeri girmemiş olsaydı bu ahlaksız satıcıların mağazada bizi öldüresiye dövüp yüz doları bizden alacaklarından emindim.
440 KADİR NATHO
On Yedinci Bölüm
ÇERKEŞ DAVASI İÇİN ÇALIŞMA
Derneğimizde Daha Aktif Olmam
“Bir olay başka bir olaya neden olur” sözü ne kadar doğru. Ürdün’den Amerika’ya döndüğümüzde matbaamdaki diğer müşterilerimi de kaybetmiştim. Yine de neyse ki o tarihte mütevazı bir yaşam sürdürmeye yetecek kadar gelirim vardı, acele etmeyip en azından bir süre keyfimize bakmaya karar verdik. Bu nedenle, Paterson bölgesindeki arkadaşlarımızı daha sık ziyaret etmeye, Çerkeş Hayır Derneği’nin faaliyetlerine de katılmaya başladık.
O tarihte New Jersey’nin Paterson bölgesinde birkaç Çerkeş derneği vardı; Çerkeş Hayır Derneği (Circassian Benevolent Association), Kabar-dey Derneği (Kabardian Association), Amerika Çerkeş Topluluğu Merkezi (Circassian Community Çenter of America), Kuzey Kafkasya’nın Kurtuluşu (The Liberation of North Caucasia), Kartal Futbol Kulübü (Eagle Soccer Club)(son üç grubun üyeleri ağırlıklı olarak Suriyeli Çerkeslerdi) ve Ürdürj Çerkesleri Derneği (Association of Jordanian Circassians).
Bunların en eskisi olan ve en sonunda diğer derneklerin de onunla bit-leştiği Çerkeş Hayır Derneği’nin tarihini burada kısaca belirtmek uygun olur sanırım. Derneği ilkin, yeni göç eden yaşlı Çerkeslerle Kuzey KafkasyalIlar, Kuzey Kafkasya Derneği A.Ş. adıyla 19 Haziran 1952’de New York Eyaleti’nde kurdular. 1956-1957 yıllarında derneğin üyeleri, merkezi, birçoğunun iş bulup yerleştiği New Jersey’nin Paterson şehrine taşıdılar.
Um Muhammed Aladdin, ben ve Suad, gıintştn keyfini çıkarıyoruz.
ÇERKESYA'DAN AMERİKA'YA 44I
1958-1959 yıllarında bu dernek Paterson’da 44 Hill-man Sokak’ta bir bina satın aldı, toplantılarını, ibadetlerini burada yapmaya ve arada bir de, para getiren akşam yemeklerini burada düzenlemeye başladı. Üyelerinin çoğu anayurttan gelen Çerkeslerdi, ama aralarında Suriye, Türkiye ve Ürdün’den gelen Çer-kesler de bulunuyordu.
l963-1964’te üyeler derneğin adını değiştirdiler, North Caucasian Association, Inc. “Circassian Benevolent Association” (Aflbira IIIIyuıl3 Xac / Çerkeş Hayır Derneği) oldu. Çerkeş Hayır Derneği’nin genel üyelik toplantısında, 29 Ağustos 1965 tarihli toplantıda kâr amacı gütmeyen bir örgüt olarak vergiden muaf olması için başvuruda bulunması kararı alındı. Kısa süre sonra bu karar kabul edildi, dernek diasporadaki ve yurttaki daha çok Çerkese yardım edebildi. 1967’de ÇHD, Tolstoy Vakfı’yla resmi bir anlaşma yaptı, 1967 Ortadoğu savaşında Suriye’den tehcir edilen Çerkeslere destek sağlamaya başladı. Çerkeş Hayır Derneği, Paterson 346 Totowa Caddesi’nde bir bina satın aldı, 44 Hiliman Sokak’taki eski binayı sattı. Derneğin yönetim kurulu o tarihe kadar yürütme kurulundan (başkan, başkan yardımcısı, sekreter, mali işler sorumlusu, en çok üç üye ve denetleme komitesinden) oluşuyordu. Kâr amacı gütmeyen, vergiden muaf bir dernek olduğu kabul edildiği için, 1974’te ÇHD’nin denetleme komitesi, yürütme kuruluna ve genel üyelere, dernekte bir daimi yönetim kurulu oluşturulmasına ihtiyaç olduğu yolunda öneride bulundu. Sonuçta genel üyelik toplantısında onaylandı, 14 Eylül 1975’te yürütme kurulu, Çerkeş Hayır Derneği’nde bir daimi mütevelli heyetinin kurulması için son tasarısını genel üyelik toplantısında verdi. O tarihten beri derneğin üç yönetim kurulu var: Daimi konsey, yürütme kurulu ve denetleme komitesi.
Çerkeş Hayır Derneği’yle Kabardey Derneği önce, yeni gelen Çerkeslere uygun iş bulup kendilerini geçindirinceye kadar yiyecek ve kalacak yer sağlanmasına yardım ediyordu. En iyi arkadaşlarımın hepsi — Boris Koble, Ruslan’la Edik Bjasso ve Kerim Bjasso- bu derneğin aktif üyeleriydi, ama Kerim Subzoko arkadaşlarının öğütlerine karşı çıkmış, uzun zaman önce ayrılarak (daha sonra Kuzey Kafkasya Merkezi olan) Kuzey
44^ ■ KADİR NATHO
Netv Jmeyde bazı arkadaşlarla piknik yapıyoruz. Suad’la Linda, annesiyle babasının karşısında yan yana oturuyorlar.
Kafkasya’nın Kurtuluşu’na|(j tılmıştı.
1970’lerin sonunda Çerkesler, Amerika’da bu bj dar çok Çerkeş derneği buly,, masının Çerkeş topluluğunu^ yararına olmadığını fark £,. tiler, bu grupları birleştirme^ için çalışmaya başladılar, toplantıların bazılarına Çerkeş Hayır Derneği’nin temsilcisi olarak bizzat katıldım, Amerika Çerkeş Topluluğu Merkezi ve Kartal Futbol Kulübü temsilcileriyle birleşme koşullarını müzakere ettim.
Çerkeş topluluğumuzun tarihinin bu evresini Ahmed Başkur’la tartıştım. Şunları söyledi: “Halkımızı karşı karşıya getiren bazı bireyler yüzünden, New Jersey’nin Paterson bölgesinde Adığe Haselcr endişe verecek kadar mantar gibi çoğalırken, Amerika’ya nispeten yeni gelmiştim. Sonuçta, örneğin, şunlar vardı:
1.Adığe Hase (Adygha Khase)
2.Kabardey Hase (Kabardey Khase)
3.Çerkeş Aile Merkezi Hase ( Circassian Family Çenter Khase)
4.Ürdün Çerkesleri Hase (Jordanian Circassian Khase)
“Abazaların bir hase kuracakları yolunda söylentiler vardı. Durum moral bozucuydu ama çözüm bulamıyorduk. Adığe Haselerin en az ikisin birleşmeye ikna edersek, diğerleri yavaş yavaş arkadan gelir, diye düşü nüyorduk. Bu derin endişemizin sonucunda, bir grup genç Çerkesletop lantı yaptım, Amerika’daki biz Çerkeslerin içinde bulunduğumuz üzüc durumu tartıştım, hepimizin Haselerimizi birleştirmemiz, büyüklerimiz diğer Adığe/iaşelerle diyolog kurmaya teşvik etmeye başlamamız, bu ülkedeki Çerkeslerin ortak davası için çalışarak karşılıklı anlayışa varmamız ve gelecekte işbirliği yapmamız gerektiğine karar verdim.
“Kabardey Hase’ye katılan genç Çerkeslerin adları (1) Ahmed Başkur, (2) Marvan Şık, (3) Memduh Şık, (4) Talat Catker, (5) Nazir Mamheğ, (6) Ihsan Şkuo, (7) Samih Lokman, (8) Diab Kağadu, (9) Muhammed Dib Kağadu, (10) Diab Paşe, (11) Mohemmed Paşe, (12) Nazir Catket (13) Hamada Şebek’ti, başkaları da vardı.
Soldan sağa: (1) Suad, (2 & 3) annesi Zuriyet, babası Abdullah, (4) iyi dostum Kerim Bajasso (Washington DC)
“Çok geçmeden. !n:zın /.vizelerini ve üyelerini, avrı H.ı>eier çalışmaktan.vi --İrrree btrİz>r.oe-
ye ikna ercik. Onlar ieıve.Ntnde önerin.'.;-zi kabul erciler. ropLmrı vapak.
“Toplanrıda valıurea rek bir konuda oy kullanmalıydık: Kim Kabardey Hase'yle Adığe Ha5e nin kim birleşn'.z'-sinden yana, kim değil:
■‘Kabardey Hase nin üvelerinin üete ikisi birleşmeden yana oy kullandı. IX'-layısıyla, bu Ha.selerin liderleri ropiann yapmaya, koşullar ürerinde çahşmava başladılar. TannVa şükür. Haselerimiz sonunda birleşri, o tarihten beri birlikte mutlu ve gönençli çalışo'orur" diverek Ahmed Başkur sözlerini bitirdi.
Bu çabaların sonucunda. Çe^ke^ Hayır Derneği, Kabardey Derneği, Amerika Çerkeş Topluluğu Derneği temsilcileri 14 Ağustos 1977’de birleşik genel kurulda birleşme biidiri.d-ni imzaladılar. Önce Amerika Çerkeş Topluluğu Derneği, daha sonra üa Kabardey Derneği, Çerkeş Hayır Birliği yle birleşti. Dolayısıyla. ÇHD de biraz değişti. Örneğin, ÇHD’nin tüzüğü yeniden düzenlendi. 26 Mayıs 1978 tarihli genel üyelik toplantısında yeni değişiklikler kabul edildi. Bunun sonucunda, iki yılda bir 15 Nisanda iki yıllığına >-ûrücme kurulu seçilmeye başlandı, daimi konseydeki üye sayısı dokuzdan on ikiye çıkarıldı.
Kabardey grubundan on sekiz yaşını geçen her aile bireyi ÇHD'nin aidat ödeyen üyesi oldu. Birkaç yıl içinde yasalara u}.-gun olarak ve çoğunluğun oylarıyla, derneğin başkanlığına Hubert Molamusa'ya seçtiler, yönetimdeki Bjeduğ grubunu pratikte uzaklaştırarak ÇHD'nin bütün kontrolünü ele aldılar. Ama eski “yönetim grubunun" bazı üyeleri h.U.\ derneğin güçlü daimi konseyinin nominal üyeleriydiler ve yürütme kurulunda önemsiz konumdaydılar. Yalnızca Boris Koble denetim komitesinin kulpunu hâlâ sıkıca tutuyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder